top of page
Writer's pictureKader Sevinc

AB’nin Türkiye’ye Genişlemesi Vizyonu Ve 2011 Değerlendirmesi Raporu


Kader Sevinç [1]  –   11 Ekim 2011

İÇİNDEKİLER

  1. AB ile müzakereler için “Daha iyi Türkiye, daha iyi Avrupa” vizyonu

  2. Türkiye’nin AB Üyelik Müzakerelerinde Son Durum

  3. AB Komisyonu 2010 Türkiye İlerleme Raporu’ndan Önemli Noktalar

  4. 2011 Yılı Değerlendirmesi

1. AB ile müzakereler için “Daha iyi Türkiye, daha iyi Avrupa” vizyonu

Dünyamız zor zamanlardan geçiyor. Küresel mali sistem, doğal kaynaklar ve uzun süredir alışık olduğumuz tüketim kalıpları artık sürdürülebilir değil. Bu sorunlar, dünya çapında siyasi krizler ve yoksulluk sarmalı ile eş zamanlı yaşanmakta. Dünyamız uluslararası sistemde yaşanan mevcut değişimlerin, daha iyi bir dünya düzeninin kurulması için gerekli olanakları sunmasına mutlaka ihtiyaç duymakta.

Niçin daha iyi bir Avrupa’ya ihtiyaç duyduğumuz sorusunun yanıtı da burada. Daha iyi bir Avrupa çünkü;

  1. Avrupa yeni bir dünya düzeninin siyasal ve kurumsal liderliğini üstlenmeli.

  2. Avrupa kültürel çoğulculuk, insan hakları ve evrensel demokratik değerler yönünde kendisini yeniden tanımlamalı.

  3. Avrupa savaşlar, yoksulluk, iklim değişikliği ve mali krizle mücadele edebilecek küresel yönetişim sisteminin itici gücü olmalı.

  4. Atlantik ötesi ekonomik alanı kurmalı, yükselen Asya, dinamik Güney Amerika ve istikrara ihtiyaç duyan Afrika ile verimli ilişkiler geliştirmeli, Akdeniz’den Orta Asya’ya uzanan bir zincirin mimarı olmalı.

  5. Avrupa geniş bir tek pazar, iyi bir sosyal model ve siyasal birlik olarak potansiyelini kanıtlamalı.

İhtiyaç duyduğumuz Avrupa’nın nasıl bir Avrupa olduğuna yönelik tespitler, Türkiye’nin çok yakın bir gelecekte AB’ye üye olacağına dair inancımızın ve çalışma irademizin nedenlerini de oluşturmaktadır. AB’ye tam üye olacak bir Türkiye;

  1. AB üyelik koşullarını karşılamış,

  2. Avrupa’nın küresel rolüne çok değişik yönlerden katkı yapabilen,

  3. AB üyelik sürecinde Avrupa’ya jeo-stratejik konum, ekonomik dinamizm, genç istihdamı, doğal, kültürel ve tarihsel zenginlik, güvenlik ve enerji alanlarında yeni olanaklar sunabilen bir Türkiye olacaktır.

CHP’nin yenilenen parti programı Avrupa standartları ve küresel rekabetçi ekonominin gerekleri ile uyumlu, adil bir ekonomik düzenin kurulmasını temel hedefler olarak tanımlıyor.

CHP’nin Türkiye ekonomisine dair hedefleri AB’nin 2020 hedefleri olan “kapsayıcı, yaratıcı ve sürdürülebilir büyüme” ile örtüşmekte. Avrupalı sosyalistlerin AB2020 gündemi ile ilgili olarak taşıdığı kaygılar olan: Gençlerin istihdamı, eğitim, mesleki eğitim ve küçük ve orta ölçekli işletmelerin daha fazla desteklenmesi konuları, CHP’nin parti programında da öncelikle ele alınması gereken konular olarak sıralanmaktadır.

Türkiye ve AB’nin, AB 2020’nin öncelikleri ve bu önceliklerin hayata geçirilmesinde karşılaşılacak güçlükleri Türkiye için Katılım Öncesi Strateji’nin gündemine eklemesi gerekmektedir. Her iki tarafın büyük yararına olacak bu çaba daha iyi bir Avrupa için üzerinde konuşulacak ortak konu ve kaygıların ne denli fazla olduğunun da açık bir işaretidir.

2.  Türkİye’nİn AB Üyelİk Müzakerelerİnde Son Durum

3 Ekim 2005 tarihinde başlayan Türkiye’nin AB’ye üyelik müzakereleri 33 müzakere başlığından oluşur, 9 başlığa ilişkin tarama raporunun Bakanlar Konseyi’nde görüşülmeye devam ediyor ve bugüne kadar 13 başlık müzakerelere açıldı. Sadece bir başlık geçici olarak müzakerelere kapatıldı.

Müzakerelerin ilk aşamasını tarama toplantılarıdır. Bunu takiben AB Komsiyonu’nun önerisi üzerine AB Bakanlar Konseyi’nin oybirliği ile her fasıl için açma kararı gereklidir. Fasıl açmak ve kapamak için mevzuat ve uygulamaya bağlı kriterler belirlenmektedir.

  1. İlk tarama toplantısı 20 Ekim 2005’de “Bilim ve Araştırma” faslı için, son tarama toplantısı da 13 Ekim 2006’da “Yargı ve Temel Haklar” faslı için yapıldı.

  2. Tarama süreci devam ederken, 12 Haziran 2006’da Hükümetlerarası Konferans’ta (HAK), “Bilim ve Araştırma” faslı için müzakereler açıldı ve fasıl geçici olarak kapatıldı.

  3. Eylük 2011 itibarı ile toplam 13 fasıl müzakerelere açıldı.

Müzakereye Açılan 13 başlık

25)   Bilim ve Araştırma (müzakereler geçici olarak kapanmıştır)

4)   Sermayenin Serbest Dolaşımı 6)   Şirketler Hukuku 7)   Fikri Mülkiyet Hukuku 10)   Bilgi Toplumu ve Medya 16)   Vergilendirme 18)   İstatistik 20)   İşletme ve Sanayi Politikası 21)   Trans-Avrupa Şebekeleri 27)   Çevre

28)   Tüketicinin ve Sağlığın Korunması

32)   Mali Denetim

12)   Gıda Güvenliği, Veterinerlik ve Bitki Sağlığı

Önümüzdeki dönemde teknik açılış kriterleri yerine getirilebildiği takdirde açılması mümkün olan 3 başlık :

Rekabet Politikası, Kamu Alımları, Sosyal Politika ve İstihdam.

FRANSA SORUNU : “Eğitim ve Kültür” ve “Ekonomik ve Parasal Politika” fasılları, herhangi bir teknik açılış kriteri bulunmamasına, müzakere tutum belgemizi sunmamıza ve teknik olarak açılmaya hazır olmalarına rağmen, Fransatarafından AB Mevzuatı ile ilgili olmayan nedenlerle bloke edilmektedir.

Müzakere tutumu vermeye davet edildiğimiz ve sunduğumuz başlıklar / Fransa sorunu :

17)  Ekonomik ve Parasal Politika 26)  Eğitim ve Kültür

G. KIBRIS SORUNU : Diğer taraftan, 8 fasıl, AB Bakanlar Konseyi’nin 11 Aralık 2006 da almış olduğu karar çerçevesinde “Ek Protokolün tam olarak uygulanması koşulana bağlı olarak” (KKTC hava ve deniz limanları, gümrük birliğinin yeni üye Kıbrıs’a Türkiye tarafından uygulanması) müzakerelere açılmamaktadır. Aynı gerekçelerle hiçbir fasıl geçici olarak kapatılmayacaktır.

Askıya alınan 8 fasıl  /  G.Kıbrıs sorunu

1)   Malların Serbest Dolaşım 2)   İş Kurma Hakkı ve Hizmet Sunumu Serbestisi 9)   Mali Hizmetler 11)   Tarım ve Kırsal kalkınma 13)   Balıkçılık 14)   Taşımacılık Politikası 29)   Gümrük Birliği 30)   Dış İlişkiler

AB Konseyi’nde onaylanıp açılış kıstaları belirlenen başlıklar:

1)   Malların Serbest Dolaşımı 3)   İş Kurma Hakkı ve Hizmet Sunumu Serbestisi 5)   Kamu Alımları 8)   Rekabet Politikası (DEVLET YARDIMLARI YASASI’NA BAĞLI) 9)   Mali Hizmetler 11)   Tarım ve Kırsal Kalkınma 19)   Sosyal Politika ve İstihdam (SENDİKALAR YASASI’NA BAĞLI) 29)   Gümrük Birliği

AB Konseyi’nde görüşülmesi süren başlıklar:

2)   İşçilerin Serbest Dolaşımı 13)   Balıkçılık 14)   Taşımacılık Politikası 15)   Enerji 22)   Bölgesel Politika ve Yapısal Araçların Koordinasyonu 23)   Yargı ve Temel Haklar 24)   Adalet, Özgürlük ve Güvenlik 30)   Dış İlişkiler 33)   Mali ve Bütçesel Hükümler

Avrupa Komisyonu’nda görüşülmesi süren başlıklar:

31)   Dış, Güvenlik ve Savunma Politikaları

3.  AB Komisyonu 2010 Türkiye İlerleme Raporu’ndan önemli noktalar

  1. Siyasal partiler ve hükümet arasında uzlaşı ve diyaloğun eksik olduğu, bazı kurumlarla ilişkilerin gerginleştiği çatışmacı bir siyasi ortam ülkeye hakim olmuştur.

  2. Temmuz 2010’da İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 19’u emekli, 28’i görevinin başında generaller ve amiraller dahil olmak üzere 196 sanık ile ilgili ordu dışında bir oluşum kurarak hükümeti devirmeye yönelik plan yapmaları konusundaki iddianameyi kabul etmiştir. Ergenekon suç örgütüne yönelik soruşturmalar genişleyerek devam etmektedir. 116 ordu mensubu ve 6 gazeteci de olmak üzere toplam 270 kişi bu kapsamda sorgulanmaktadır. Ancak bu kapsamda gerçekleştirilen tutuklamalar ve iddianamelerin mahkemeye sunulması arasında geçen zaman ve yargılama öncesindeki tutukluluk süresinin uzunluğu endişelere yol açmıştır.

  3. Aralık 2009’da Anayasa Mahkemesi Demokratik Toplum Partisi’nin kapatılması yönünde karar almış, partinin 37 üyesinin beş yıl süresince siyaset yapabilmesini yasaklamıştır. Anayasa Mahkemesi’nin bu kararı hükümetin Demokratik Açılım sürecinde önemli bir geri adım niteliğinde olmuştur.

  4. Ergenekon suç örgütüyle ilgili soruşturmalar Türkiye’nin demokratik kurumlarının işleyişinin güçlendirilmesi ve hukukun üstünlüğünün sağlanması açısından önemli bir fırsat niteliğindedir. Türkiye siyasi parti kapatmayla ilgili yasal düzenlemelerini Avrupa ile uyumlu hale henüz getirmemiştir.

  5. Anayasa reform paketi kapsamında Anayasa Mahkemesi’nin ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun yapısında değişiklik gerçekleştirilmiş, askeri mahkemelerin yetkileri sınırlandırılmış, Ombudsman makamının kurulması için anayasal zemin hazırlanmış, kamu personeli için toplu görüşme hakkı tesis edilmiş ve kadınlar, çocuklar ve yaşlılar için pozitif ayrımcılık önlemleri alınmıştır.

  6. Hükümet anayasa değişikliklilerini uygulamaya konulması için gerekli yasalara yönelik bir eylem planı gerçekleştirmiş ve bunu yaparken de ilgililere danışacağını açıklamıştır. Ancak siyasi partilerin kapanmasını güçleştirmek üzere pakete konulan değişiklik, TBMM’deki oylamada yeterli oy alınmasını riske attığı için paketten çıkarılmıştır.

  7. Anayasa reform paketinin hazırlanması sırasında siyasi partiler ve sivil toplum ile bir danışma süreci gerçekleştirilmemiştir.

  8. CHP Anayasa Mahkemesi’ne gönderdiği dilekçe ile paketin tamamının iptalini istemiş, Mahkeme bu isteğin aksi yönünde karar vermiş ve Anayasa Mahkemesi ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na üye ataması ile ilgili iki madde üzerinde değişiklik yapmıştır.

  9. Anayasa değişikliği doğru yöne atılmış bir adım niteliğindedir, bu değişiklikler ile yargı, temel haklar ve kamu yönetimi gibi Katılım Ortaklığı’nda belirtilen öncelikli alanlara temas edilmiştir. Ancak kamuoyunun geniş katılımıyla anayasa reformunun güçlendirilmesi gereklidir. Anayasa üzerinde değişiklik yapan bu maddelerin uygulamaya konuluşunda Avrupa standartları benimsenmelidir.

  10. Anayasa değişiklik paketi dışında TBMM Kopenhag siyasi kriterlerine ilişkin az sayıda değişiklik gerçekleştirmiştir.

  11. Ekim ayında yapılan değişiklik ile parlamento seçimlerinin beş yıl yerine dört yılda bir yapılmasına karar verilmiştir.

  12. Mart ayında yapılan değişiklik ile siyasi seçim kampanyalarında Türkçe dışındaki dillerin kullanımı yasal hale getirilmiştir. Ayrıca siyasi parti ve adayların seçim dönemlerindeki gelir ve giderleriyle seçim kampanyası harcamalarına saydamlık getirilmiştir.

  13. Seçim sistemiyle ilgili bir değişiklik yapılmamıştır. %10’luk seçim barajı düşürülmemiştir. Bu eşik Avrupa Konseyi üyeleri arasındaki en yüksek rakamdır.

  14. Parlamenterlerin dokunulmazlığı konusunun kapsamı endişe vericidir. Yolsuzluk gibi alanlarda geniş bir koruma sağlarken, ifade özgürlüğü alanında yeterli koruma sağlamamaktadır. DTP/BDP milletvekilleri açıklamaları nedeniyle “devletin bütünlüğüne” aykırı hareket ettikleri gerekçesiyle mahkemeye çıkarılmışlardır.

  15. Parlamentonun idari kapasitesinin yetersiz olduğuna ilişkin endişeler bazı alanlarda mevcuttur.

  16. Cumhurbaşkanı devlet kurumlarının düzgün işleyişini teşvik edici davranmış ve siyasi partiler arası diyalog çağrısında bulunmuştur.

  17. Cumhurbaşkanı’nın yargı ve üniversitelere yaptığı atamalar hakkında duyulan endişelere ilişkin bazı açıklamalar bulunmaktadır.

  18. Cumhurbaşkanı dış politikada etkin rol almaya devam etmiş, Kürt sorununun çözümü konusundaki taahhüdünü açıklamıştır.

  19. Ocak 2010’da Türkiye’nin AB üyeliği sürecini hızlandırmak için yeni bir strateji belgesi hazırlanmış e 15 Mart’ta Bakanlar Kurulu 2010-2011 eylem planını kabul etmiştir.

  20. Reform İzleme Grubu 2003’teki kuruluşundan sonra ilk defa Şubat ayında Başbakan’ın başkanlığında toplanmıştır.

  21. Reform İzleme Grubu’nun tavsiyelerinden bazıları uygulamaya konulmuştur. Her ilde bir vali yardımcısı AB iletişim noktası olarak belirlenmiştir.

  22. Başmüzakereci katılım müzakereleri kapsamında bakanlıklar arasındaki eşgüdümü artırmıştır.

  23. Başmüzakereci sivil toplum ile sık sık görüşerek müzakere sürecine katılımlarını teşvik etmiştir.

  24. Temel haklar alanında daha fazla yasa değişikliği gereklidir.

  25. Avrupa Konseyi Bölgesel Yönetimler Kongresi 2007’de yaptığı önerilerin uygulanıp uygulanmadığını denetlemek üzere Türkiye’yi ziyaret etmiştir.

  26. Yerel yönetimlerde saydamlık, güvenilirlik ve katılımcılık mekanizmalarının güçlendirilmesi gereklidir. Yerel yönetim makamlarına stratejik planlama, mali denetim sistemlerinin kurulması, proje yönetimi, kriz yönetimi, çevre ve bilgi teknolojileri yönetimi eklenmelidir.

  27. Kilit kurumlarla hükümet arasındaki ilişkilerde yaşanan gerginlikler siyasi kurumların işleyişi üzerinde olumsuz etki bırakmaktadır.

  28. Kamu hizmetlerinin bir dökümü gerçekleştirilmiştir.

  29. Kalite, işleyiş süreçleri ve şikayetler için özel kamu yönetimi standartları oluşturulmuştur.

  30. E-hükümet uygulamaları sürdürülmüştür.

  31. Anayasa değişikliği Ombudsman makamının kurulması için temel teşkil etmiştir.

  32. Kişisel verilerin gizliliği ve bilgilere erişim anayasal haklar haline gelmiştir.

  33. Kamu yönetimi alanındaki gelişmeler yetersizdir.

  34. Aşırı bürokrasinin azaltılması, yasal etki analizlerinin yapılması, saydamlık sağlanması ve özellikle yüksek makamlara atamalarda başarı ve yeterliliğin göz önünde bulundurulması alanlarındaki eksiklikler devam etmektedir.

  35. Kamu hizmetlerinde ortak standartların oluşturulması ve bunlara uyulması alanında ilerleme sağlanmamıştır.

  36. Kamu Maliyesi Yönetimi ve Denetim Yasası’nın uygulanması gerçekleşmemiş, kamu kurumları içinde etkin ve bağımsız bir iç denetim sistemi oluşturulmamıştır.

  37. Belediyelerin şirket veya kooperatif kurarak kamu hizmeti vermelerini sağlama yönünde gerekli yasal değişiklik yapılmamıştır.

  38. Kamu hizmetleri alanında daha fazla reforma ihtiyaç bulunmaktadır.

  39. EMASYA iptal edilmiştir. İptal kararının uygulamaya konulması henüz gerçekleşmemiştir.

  40. İçişleri Bakanlığı’na bağlı Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı kurulmuştur.

  41. Anayasa reform paketi ile askeri mahkemelerin yetki alanı askerlik ve askerlerin hizmet ve görevleriyle ilgili işledikleri suçlarla sınırlandırılmıştır. Devletin güvenliğine ve anayasal düzene yönelik suçlar sivil mahkemelerce ele alınacaktır.

  42. Yüksek Askeri Şura’nın kararlarına yargı yolu açılacak.

  43. İç denetim konusunda ilerleme sağlanmıştır.

  44. Sayıştay Savunma Sanayi Destek Fonu’nun denetimiyle ilgili bir planlama süreci başlatmıştır.

  45. Şemdinli davası hala sonuçlandırılmamıştır.

  46. Polis ve jandarmanın şehir ve kırsal alanlardaki çalışmalarının tabi olduğu yasa yürürlükte olmaya devam etmektedir. Jandarmanın yetki alanlarındaki yerlerde sivil denetim bulunması sağlanmamıştır.

  47. Görev başındaki jandarma albayının 1990’da Güney Doğu Anadolu işlediği cinayetlerle ilgili dava sonuçlandırılmamıştır. Bu dava dokunulmazlıklarla mücadele açısından önem taşımaktadır

  48. Ordu mensuplarının görev alanları dışında siyasi konularda yaptıkları açıklamaların sayısında düşüş gerçekleşmiştir. Bununla birlikte Genel Kurmay başkanı devam etmekte olan davalar ve soruşturmalarla ilgili yorumlar yapmıştır.

  49. Seçilmiş bazı medyanın akreditasyonu işlemi sürmektedir.

  50. TSK İç Hizmet Kanunu yasasıyla ilgili bir değişiklik gerçekleşmemiştir.

  51. Milli Güvenlik Kurulu Kanunu’nda yer alan “güvenlik” tanımı bütün politika alanlarını kapsayacak kadar geniştir. Bu yasada değişiklik yapılmalıdır.

  52. TBMM’nin askeri bütçe ve harcamalar üzerindeki denetiminin güçlendirilmesi konusunda ilerleme sağlanamamıştır.

  53. Sayıştay Yasası TBMM Bütçe ve Planlama Komitesi’nde kabul edilmiştir, Genel Kurul’da onaylanmayı beklemektedir.

  54. Yargı sistemi reform stratejisinin uygulanması sürmektedir.

  55. Yargının tarafsızlığı konusuyla ilgili olarak Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) üye sayısı 7’den 22’ye çıkarılmıştır. Üyelik yapısındaki değişiklikler ile Yüksek Kurul’un adalet sistemini temsil edecek bir yapıya kavuşması sağlanmıştır.

  56. Yüksek Kurul’un meslekten men kararlarına yargı yolu açılmıştır.

  57. Kurulan Genel Sekreterlik, Yüksek Kurul’a profesyonel sekreterlik hizmeti sağlayacaktır. Daha önce bu destek Adalet Bakanlığı tarafından veriliyordu. Yüksek Kurul, Genel Sekreterliğe hakim ve savcı ataması yapabilecektir. Bu değişiklik ile hükümetin Yüksek Kurul’un işleyişine müdahalesinin engellenmesi umulmaktadır.

  58. Hakimler ve savcıların performans değerlendirmesini yapan adalet müfettişleri artık Adalet Bakanlığı’na değil Yüksek Kurul’a bağlı olacaktır.

  59. Adalet Bakanı Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun Başkanı olmaya devam etmektedir.

  60. Şemdinli davası hala sonuçlandırılmamıştır.

  61. Sivillerin askeri mahkemelerde yargılanması işlemlerine olanak sağlayan madde Anayasa’dan çıkarılmıştır.

  62. Anayasa değişikliğinin uygulamaya konulması sonrasında Anayasa Mahkemesi’nin üye sayısı 17’ye çıkarılmıştır. Üyelerin seçimiyle ilgili değişiklik sonrasında sürece TBMM’nin dahil olması Türkiye’yi AB üyelerindeki uygulamalara yaklaştırmıştır. Ancak üyelerden 2’sinin askeri yargıç olması sorgulanmalıdır.

  63. Adalet sistemindeki üst düzey görevlilerin ve ordu mensuplarının bazı açıklamaları yargı bağımsızlığını tehlikeye düşürmüştür.

  64. Bilgi teknolojilerin kullanımı davaların daha hızlı sonuçlandırılmasını sağlamıştır.

  65. Adli personel sayısı artmaya devam etmiştir.

  66. Haziran 2007’de işlerlik kazanmış olması gereken bölge temyiz mahkemeleri faaliyete geçmemiştir.

  67. Erzincan Cumhuriyet Baş Savcısı’nın örgütlü suçlara karışmış olması HSYK’nun özel yetkili savcıların tutuklama yetkisini geri almasına neden olmuş ve bunun sonrasında yapılan açıklamalar gerginlik yaratmıştır. Bu gibi olaylar davaların adil bir şekilde gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğine ilişkin soru işaretleri uyandırmaktadır.

  68. Kamuoyunun ilgisini çeken davalar yürütülen soruşturmaların kalitesi hakkında endişe uyandırmaya devam etmektedir. Bu gibi konular polisin ve jandarmanın iş yapış yöntemlerini geliştirmeleri gereğine işaret etmektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Hrant Dink’in öldürülmesini önleme konusunda Türk güvenlik güçlerinin görevlerini yerine getirmediği ve buna ilişkin herhangi bir yargı sürecinin izlenmediği kararını vermiştir. Bu nedenle Mahkeme madde 2’nin (yaşam hakkı) ihlal edildiği kararını vermiştir.

  69. Arabuluculuk sisteminin adli sisteme dahil edilmesinde ilerleme sağlanmamıştır.

  70. 2005’te sisteme dahil edilen uzlaşı yöntemi etkin bir şekilde kullanılmamaktadır.

  71. Gözaltı sürelerinin kamuoyunun çıkarı doğrultusunda belirlenmemesi hapishanelerin aşırı kalabalıklaşmasına neden olmaktadır.

  72. Adli Tıp Kurulu’nun işleyişiyle ilgili soru işaretleri bulunmaktadır.

  73. Şubat 2010’da saydamlığın artırılması ve yolsuzlukla mücadele 2010-2014 stratejisi kabul edilmiştir. Strateji kapsamındaki hedeflere ulaşılması için eylem planları ve zaman çizelgeleri oluşturulmuş ve bakanlar kurulu tarafından onaylanmıştır. Bu eylem planlarına sivil toplumun daha fazla dahil edilmesi gereklidir.

  74. Haziran 2010 itibarıyla Türkiye GRECO’nun 21 önerisinden 15’ini uygulamaya koymuştur.

  75. Aralık 2009’da Başbakanlık Denetleme Kurulu Avrupa Yolsuzlukla Mücadele Kurumu’nun (OLAF) muadil kuruluşu olarak belirlenmiş ve Yolsuzlukla Mücadele Koordinasyon Birimi’nin (AFCOS) görevi bu kuruma verilmiştir.

  76. Şubat 2010’da Anayasa Mahkemesi etik kurallarını ihlal eden kamu görevlilerinin isimlerinin yayımlanmasına ilişkin Etik Kurulu Yasası’nı bu uygulamanın yargılama yapılmaksızın gerçekleştirilmesinin hukuka aykırı olacağı gerekçesiyle iptal etmiştir.

  77. Ekim 2009 – Eylül 2010 döneminde 7000 kamu görevlisi etik kuralları eğitimi almıştır.

  78. Etik kurallarının akademisyenleri, askeri personeli ve adli görevlileri kapsaması konusunda ilerleme kaydedilmemiştir.

  79. Milletvekillerinin yolsuzlukla ilgili suçlarda dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda bir gelişme sağlanmamıştır.

  80. Siyasi partilerin ve seçim kampanyalarının finansmanının saydamlaştırılmasıyla ilgili yasanın geliştirilmesi ve tam olarak uygulanması gereklidir.

  81. Mart 2010’da ilk defa bir belediye başkanı (Adana) ciddi yolsuzluk suçlamaları nedeniyle İçişleri Bakanlığı tarafından görevden azledilmiştir.

  82. Deniz Feneri davası devam etmektedir. Ancak davayla ilgili iddianame mahkemeye sunulmamıştır.

  83. BM İşkenceyle Mücadele Sözleşmesine Ek İhtiyari Protokol (OPCAT) 2005’te imzalanmış olmasına rağmen halen TBMM’nde onaylanmayı beklemektedir.

  84. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin üç ek protokolü halen onaylanmamıştır.

  85. Raporlama süresinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni ihlal ettiğini belirleyen 553 karar almıştır. Bu kararlarla Türkiye 2009’da 6,1 milyar € tazminat ödemekle yükümlü olmuştur.

  86. AİHM başvuruları sayısında dördüncü yıldır artış gerçekleşmiştir. Ekim 2009’dan itibaren 5728 yeni başvuru yapılmıştır. Başvuruların büyük çoğunluğu adil yargılanma, özgürlük ve güvenlik haklarının ihlal edilmiş olduğu belirtilmiştir.

  87. Türkiye AİHM kararlarının bazılarını seneler geçmesine rağmen uygulamaya koymamıştır.

  88. G.Kıbrıs-Türkiye davasında K. Kıbrıs’ta yaşayan Rumların mülkiyet haklarıyla ilgili sınırlamalar ve kayıp kişilere ilişkin AİHM kararı uygulanmayı beklemektedir. Eylül 2010’daki Bakanlar Komitesi kararı uyarınca bu konuların incelenmesi Aralık 2010’a bırakılmıştır.

  89. İnsan hakları alanında hükümet bazı kurumların kurulmasını planlamaktadır.

  90. Şubat ayında Türk Bağımsız İnsan hakları Kurumu’nun kurulması için yasa taslağı TBMM’ye iletilmiştir. Bu yasa taslağının Birleşmiş Milletler çerçevesine uyumunun sağlanması ve bu yapılırken de sivil topluma danışılması gereklidir.

  91. Kamu personelinin, hakim ve savcıların, polis mensuplarının insan hakları eğitimleri sürdürülmüştür.

  92. TBMM İnsan Hakları İnceleme Komitesi 13 rapor yayımlamıştır ancak bu komite sadece yasama ve politika üretme alanında faaliyet göstermektedir.

  93. İnsan hakları savunucuları çalışmaları yüzünden cezai yaptırımlarla karşı karşıya kalmaktadır

  94. Terörle mücadele soruşturmalarının sendika üyelerinin ve insan hakları savunucularının tutuklanması ile sonuçlanması endişe uyandırıcıdır.

  95. Terörle Mücadele Yasası’ndaki “terör” tanımının kapsamının çok geniş olması kaygı uyandırmaktadır.

  96. İnsan hakları alanında faaliyet gösteren kurumların kaynak kısıtları mevcuttur.

  97. İşkence ve kötü muamelenin engellenmesi çabaları sürmektedir.

  98. İstanbul Protokolü’nün uygulanması kapsamında hakim ve savcılar ile sağlık personelinin eğitimleri devam etmiştir.

  99. Güvenlik güçlerinin denetlenmesi için komite kurulmasını sağlayan kanun Ekim ayında TBMM’ye iletilmiştir.

  100. Güvenlik kuvvetlerinin orantısız güç kullanma eylemleri devam etmektedir. STK’lar tarafından güvenlik güçlerinin ateşli silah kullanarak ölüme yol açtığı bildirilen olay sayısında artış kaydedilmiştir.

  101. Adli Tıp Kurulu dışındaki adli tabipler mahkemeler tarafından dikkate alınmamaktadır.

  102. Adli tabiplerin tutukluları muayenesi sırasında güvenlik güçleri hazır bulunmaktadır.

  103. Yapılan anayasa değişikliği ile kadınlar için pozitif ayrımcılık tedbirleri alınmasına imkn sağlanmıştır.

  104. TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu çalışmalarına devam etmiş, özellikle kadınlara yönelik şiddet, erken yaşta evlilikler ve çocukların okullarda cinsel istismarı ile ilgili bir takım soruşturmalar yürütmüştür.

  105. İlköğretime katılımdaki cinsiyet eşitsizliği ulusal düzeyde neredeyse tamamen giderilmiştir.

  106. Kız çocuklarının eğitime katılımı desteklenmeli ve özellikle kırsal bölgelerde okul bırakmalar önlenmelidir.

  107. Kadınların siyasette, kamu idaresinde ve sendikalarda yüksek mevkilerde temsili çok düşüktür.

  108. Kadınların iş yaşamına katılımı çok düşük seviyededir.

  109. Çocukların, özellikle kız çocuklarının yatılı ilköğretim okullarındaki durumu kaygı vericidir.

  110. Okul kitapları halen kadınların rolü ve durumu ile ilgili basmakalıp fikirler içermektedir.

  111. Namus cinayetlerinin arttığı görülürken, kadınlar için sığınma evlerinin ve koruma hizmetlerinin sınırlı olduğu gözlenmektedir.

  112. Aile içi şiddet ve erken yaşta zorla evlilikler sorun olmaya devam etmektedir.

  113. Türkiye aile içi şiddet alanında AİHM’NİN Opuz Davası kararını halen uygulamamıştır.

  114. Cinsiyet eşitliği ve kadına karşı şiddetin önlenmesi ulusal eylem planının işleyişinde maddi kaynak ve insan kaynağı eksikliği nedeniyle ciddi sorunlar vardır.

  115. Yargı mensupları cinsiyet konularında eğitime tabi tutulmaya devam edilmelidir.

  116. Kadın hakları konusunda kapsamlı bir yaklaşım kadın örgütlerinin de katılımıyla oluşturulmalıdır.

  117. Kadın hakları ve cinsiyet eşitliğini sağlayacak yasal çerçeve genel anlamıyla oluşturulmuş bulunmakla birlikte, bu yasal çerçevenin ülke genelinde etkin ve düzenli bir şekilde uygulanması gerekmektedir.

  118. Kadın hakları ve cinsiyet eşitliği konusunda daha çok eğitim ve bilgilendirme gerekmektedir.

  119. Yapılan anayasa değişikliği ile çocuklar için pozitif ayrımcılık tedbirleri alınmasına imkn sağlanmıştır.

  120. Çocukların okul öncesi eğitim ve ilköğretime katılımında belirli bir artış gözlenmiştir.

  121. Milli Eğitim Bakanlığı, okulu erken bırakma riski olan çocuklar için bir erken uyarı sistemi geliştirmiştir.

  122. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bünyesinde görev alanlarından biri çocuk işçiliği konusu olan bir Dezavantajlı Gruplar Daire Başkanlığı kurulmuştur.

  123. TBMM Çocuk Hakları İzleme Komisyonu daha etkin hale gelmiştir ve kayıp çocuklar gibi çocukların mağdur olduğu durumlar için bir Meclis Soruşturma Komisyonu oluşturulmuştur.

  124. Başbakanlık mevsimlik işçiler ve ailelerinin koşullarını iyileştirmek amaçlı bir genelge yayımlamıştır.

  125. Türkiye BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin uygulaması konusundaki 2nci ve 3ncü ortak raporlarını BM’ye sunmuştur.

  126. Temmuz 2010’da Terörle Mücadele Yasası ve bazı diğer yasalara yapılan bir değişiklikle terör ve ilintili suçlara bulaştıkları iddia edilen çocukların çocuk mahkemelerinde yargılanmaları sağlanmıştır. Bununla birlikte bir terörist örgüt propagandası yapmaktan ya da toplantılar ve mitingler sırasında güvenlik birimlerine muhalefetten ceza alan çocuklar, bundan böyle “terör örgütü mensubu olmak” suçuyla yargılanmayacaktır. Son olarak, yapılan yasal değişiklikler çocuk mahkemelerine terör ile ilintili suçlar için kararın ertelenmesi, hapis cezasının başka şekillere çevrilmesi ya da cezanın askıya alınması gibi olanaklar sunmaktadır.

  127. Şartlı tahliye sistemi bütün illerde oluşturulmuş ve sistem için psikolog ve sosyal hizmet görevlileri atanmıştır.

  128. 2005 yılı Çocukları Koruma Kanunu uyarınca 81 ilde çocuk mahkemeleri kurulmalıdır. Eylül 2010 itibariyle sadece 30 ilde bu mahkemeler kurulmuştur.

  129. Çocuklar halen çocuk ya da gençlere uygun olmayan ıslah ve cezaevlerinde tutulmaktadır.

  130. Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki kızlardan oluşan 200 bin’e yakın çocuk okula devam etmemektedir. Orta öğretime katılımda ciddi coğrafi farklar vardır.

  131. Eğitim kurumlarında şiddetin önlenmesi alanında çabalar yetersizdir ve denetim gerekmektedir. Çocuk yetiştirme yurtlarında ve yatılı okullarda gerçekleşen şiddet ya da istismar haberleri kaygı vericidir.

  132. Çocuk işçiliğinin engellenmesinde ilerleme sağlanmamıştır. Denetim sistemi bulunmamaktadır.

  133. 15 yaş altı çocuk fakirlik oranı genel fakirlik oranından %7,3 fazladır. Kırsal kesimde bu oran %44,9 seviyesindedir.

  134. Çocuk işçiliğinin engellenmesinde ilerleme sağlanmamıştır. Denetim sistemi bulunmamaktadır.

  135. Türkiye’nin uluslararası çocuk hakları sözleşmelerine koyduğu çekincelerin kaldırılmasında bir ilerleme kaydedilmemiştir.

  136. Anayasaya yapılan değişiklikle engelli kişiler için pozitif ayrımcılık yapılması olanaklı hale gelmiştir.

  137. 2010 yılı “Herkes için Erişilebilirlik Yılı” ilan edilmiştir ancak engellilerle için erişilebilirlik ile ilgili ulusal eylem planı halen kabul edilmemiştir.

  138. BM Engelli Hakları Sözleşmesi ve isteğe bağlı protokolü için ulusal uygulama denetim mekanizması halen oluşturulmamıştır.

  139. Engelli kişilerin kamu sektöründe ve özel sektörde istihdam edilebilirliğinin artırılması için yeterli ilerleme kaydedilmemiştir.

  140. Fiziksel ve zihinsel engelli kişilerle ilgili istatistiklerin yetersiz oluşu bu alanda politikaların oluşturulmasını güçleştirmektedir.

  141. Zihinsel engellilere sunulan tedavi ve bakım hizmetlerinin durumu kaygı vericidir.

  142. Anayasaya yapılan değişiklikler devlet memurları ve diğer kamu çalışanlarına toplu sözleşme hakkı tanımakta ve devlet memurlarıyla ilgili disiplin kararlarının yargıya intikaline izin vermektedir. Siyasi nedenlerle yapılan grev ve lokavt, dayanışma için grev ve lokavt, genel grev ve lokavt, iş yavaşlatma ve diğer direnme eylemleri üzerindeki yasaklar kaldırılmıştır. Aynı faaliyet kolunda birden fazla sendikaya üye olmak mümkün kılınmıştır.

  143. Ekonomik ve Sosyal Konsey için anayasal dayanak sağlanmıştır.

  144. 1 Mayıs günü kutlamaları barışçı bir şekilde geçmiş, Taksim Meydanı 1977’den beri ilk kez kutlamalara açılmıştır.

  145. Sendikal haklar Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) ve AB standartlarına uymamaktadır.

  146. TEKEL işçileri tarafından gerçekleştirilen eylemler özelleştirmelerden sonra devlet tarafından geçici olarak istihdam edilen işçilerin hakları konusunda kaygıları pekiştirmiştir.

  147. Anayasa değişiklikleri devlet memurlarına grev hakkı tanımamaktadır.

  148. Ayrımcılıkla mücadele anayasaya dhil edilmiş olmakla birlikte yasal çerçeve AB müktesebatıyla genel olarak uyumlu değildir.

  149. Çalışma ortamında ayrımcılıkla mücadele başarılı değildir, lezbiyen, gey, biseksüel, travesti ve transseksüeller  (LGBTT) işyerinde ayrımcılığa ve cinsel yönelimleri nedeniyle işten çıkarılmalara maruz kalmaktadırlar.

  150. Türk Ceza Kanunu’ndaki “teşhircilik” ve “kamu ahlakına aykırı davranışlar” kavramları cinsel yönelimleri nedeniyle LGBTT kişilere ayrımcılık yapmak için kullanılmaktadır.

  151. Kabahatler Kanunu özellikle transseksüellere para cezası uygulamak için sıklıkla kullanılmaya başlanmıştır.

  152. Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı’nın eşcinselliğin bir hastalık olduğu yönündeki demeci kaygıyla karşılanmış, siyasetçiler tarafından olumsuz beyanlar LGBTT kişilerin daha çok ayrımcılığa maruz kalmasına imkan sağlamıştır.

  153. LGBTT derneklerinin kapatılmasıyla ilgili davalardaki kapatma kararları üst mahkemelerce bozulmuştur.

  154. Eşcinsel düşmanlığı fiziksel ve cinsel şiddet saldırılarıyla sonuçlanmaktadır. Transseksüel ve travestilerin öldürülme olayları ve Ankara polisi tarafından transseksüel kişilere uygulanan şiddet endişe vericidir. Mahkemeler “ağır tahrik” ilkesini transseksüel ve travestilere karşı işlenen suçların sanıkları lehine uygulamaktadır.

  155. Türk Silahlı Kuvvetleri sağlık yönetmeliği eşcinselliği halen ruhsal bir hastalık olarak nitelendirmekte ve eşcinsellerin askerlik yapamayacağını belirtmektedir. Eşcinsel olduklarını bildirerek askerlik görevinden muaf tutulmak isteyenlerden bunu fotoğraf ya da aşağılayıcı sağlık muayeneleriyle ispat etmeleri istenmektedir.

  156. Dernekler Yasası’nın uygulaması bazı ertelemeler ve usule ilişkin sorunlara rağmen devam etmiştir.

  157. Gayrimüslim derneklere hayali ya da temsili isimler altında ya da Hazine veya Dernekler Genel Müdürlüğü adına kaydedilmiş malların iade için bildirimi için 27 Ağustos 2009’a kadar tanınan süre uzatılmıştır. İade için 107 dernekten toplam 1410 başvuru yapılmıştır.

  158. 15 Haziran 2010 AİHM kararı Türkiye’nin Büyükada’daki Ortodoks Kilisesi mallarını kilise adına tekrar tescil etmesi gerektiğine karar vermiştir. Büyükada Asliye Hukuk Mahkemesi AİHM kararını yansıtarak Ortodoks Kilisesi lehine karar vermiştir.

  159. Hlihazırdaki yasal çerçeve üçüncü şahıslar tarafından el konulan ya da üncü şahıslara satılan mallar konusuna açıklık getirmemektedir.

  160. Süryanilerin mülkiyet hakları ve kadastro sicil usullerinde karşılaştıkları sorunlar çözülmemiştir.

  161. Mor Gabriel Süryani Ortodoks Manastırı mülkiyet davaları halen sonuçlanmamıştır.

  162. Türkiye AİHM’nin Mart 2009 tarihli Ortodoks Kilisesi’nin Bozcaada’daki mülkiyet hakkı konusundaki kararını halen uygulamamıştır.

  163. Yunan vatandaşlarının miras yoluyla mülkiyet sahibi olma ve mülkiyet tescil etme konusundaki sıkıntıları devam etmiştir.

  164. Azınlık hakları konusunda ülke genelindeki tartışma geliştirilmiş ve Mart ayındaki Roman toplantısı gibi bazı sembolik jestler gerçekleştirilmiştir.

  165. Okul kitaplarından azınlıklarla ilgili ayrımcı ifadelerin çıkarılması çalışması devam etmektedir.

  166. Türkiye’nin BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’ne (ICCPR) azınlıkların hakları konusunda koyduğu çekince ve BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’ne (ICESCR) eğitim hakkı konusunda koyduğu çekince endişe vericidir.

  167. Türkiye Avrupa Konseyi Ulusal Azınlıkların Korunması Çerçeve Sözleşmesi’ni imzalamamıştır.

  168. Türkiye ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı Ulusal Azınlıklar Yüksek Komiseri arasında diyalog kurularak azınlıkların kamu hayatına katılımı ve azınlık dillerinde yayın konuları ele alınmalıdır. Bu çalışma Türkiye’nin azınlık hakları konusunda AB’ye uyum sağlamasını kolaylaştıracaktır.

  169. Rum azınlığın durumunda iyileşme olmamıştır. Rum azınlığın eğitim ve Gökçeada ve Bozcaada dahil olmak üzere mülkiyet hakları sorunları devam etmektedir.

  170. Azınlık okullarında iki müdür olması sorunu devam etmektedir.

  171. Antisemitizm İslamcı ve aşırı milliyetçi medyada yer alan nefret söylemiyle bağlantılı olarak sorun olmaya devam etmektedir.

  172. Hrant Dink davası hiçbir kayda değer gelişme olamadan devam etmektedir.

  173. İki Protestan vatandaşa karşı Türk Ceza Kanunu’nun 301’nci Maddesi kapsamında açılan dava devam etmektedir.

  174. Malatya cinayeti davaları devam etmektedir.

  175. “Kafes Planı” olarak adlandırılan darbe planı iddiasına karşı gayrimüslim azınlıkları hedef alan dava Haziran ayında başlamıştır.

  176. RTÜK yasası Kasım 2009’da değiştirilmiş, Kürtçe ve diğer dillerde özel ve kamu kanalları aracılığıyla yerel yayın yapma önündeki engeller kaldırılmıştır. 14 kanala Kürtçe ve Arapça yayın hakkı verilmiştir.

  177. Diyarbakır Belediye Tiyatrosu ilk kez Kürtçe bir oyun sahnelemiştir. Haziran ayında Devlet Bakanı ve Başmüzakereci bütün AB büyükelçiliklerini Van’ın Bahçeşehir ilçesinde gerçekleştirilen bir Kürtçe edebiyat etkinliğine davet etmiştir.

  178. Mardin Artuklu Üniversitesi ilk Kürtçe ve Süryanice dil bölümlerini açmıştır ve bu bölümlere yüksek lisans öğrencisi alımına başlamıştır.

  179. TRT, TRT El Türkiye televizyon kanalından 24 saat Arapça yayına başlamıştır.

  180. Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun’da yapılan değişikliklerle Kürtçe’nin seçim kampanyalarında kullanımına fiilen izin verilmiştir.

  181. Seçim ve Siyasi Partiler Yasası uyarınca siyasi hayatta Türkçe dışında bir dil kullanılması halen yasaktır.

  182. Diyarbakır 4 No’lu Ağır Ceza Mahkemesi Bahar Kültür Merkezi’nin 13 üyesini Batman Kültür Festivali’nde, Nevruz kutlamalarında ve basın toplantılarında sergiledikleri gösteriler nedeniyle bir yıl boyunca sanatsal faaliyetlerden men kararı almıştır. 13 sanatçı ve müzisyenin her biri 10 ay hapis cezasına çarptırılmıştır.

  183. Anadili Türkçe olmayan çocuklar anadillerini Türk eğitim sistemi çerçevesinde öğrenememektedirler.

  184. Türkçe konuşmayanların kamu hizmetlerine erişimi önündeki engellerin aşılmasına yönelik önlem alınmamıştır.

  185. Kürtçe’nin cezaevlerinde kullanımına yönelik bazı iyileşmeler olmuştur ancak uygulama cezaevleri arasında farklılık göstermektedir.

  186. Hükümet Romanlar için bir “açılım” başlatmış, bu kapsamda bir çalıştay ve Başbakan’la Mart ayında bir buluşma gerçekleştirilmiştir.

  187. Yabancıların Seyahat ve Yerleşme Yasası’nın İçişleri Bakanlığı’na Türk olmayan ve ülkesiz olan “çingeneler” için sınırdışı kararı verme yetkisi veren maddesinde değişiklik yapılması yolundaki bir teklif TBMM’ye sunulmuştur.

  188. İçişleri Bakanlığı Haziran ayında bütün valiliklerden her ildeki Roman nüfusun yerleşim ihtiyaçları konusunun araştırılması ve nüfus kaydı olmayan kişilerin kaydedilmesinin kolaylaştırılması istenmiştir.

  189. Romanların sorunlarını çözmek ve eğitim, istihdam ve sağlık hizmetlerine erişimdeki ayrımcılıklarla mücadele için kapsamlı bir strateji hazırlanmalıdır.

  190. Şehirlerde Romanların ikamet ettiği bölgelerin yıkımı devam etmektedir. Ocak ayında Manisa’da Romanlar ve diğer vatandaşlar arasında bazı olaylar yaşanmış ve Romanlar’ın bölgeden ayrılmasıyla sonuçlanmıştır.

  191. Türkiye “Romanların Topluma Katılımında On Yıl 2005-2015” stratejisine Romanlar’ın taleplerine rağmen taraf olmamıştır.

  192. Güneydoğu Anadolu Projesi’ni (GAP) 2012 yılına kadar tamamlama ve bölgenin sosyoekonomik kalkınmasına katkı planının uygulamasına devam edilmiştir. 2009’da GAP’ın toplam kamu yatırımlarındaki oranı %14,4’e yükselmiştir. Sulama, yol taşımacılığı, sağlık ve eğitim alanlarındaki programlar, iş geliştirme, insan kaynakları geliştirme ve kadınların yetkilendirilmesi konularındaki özel programlarla eşzamanlı olarak devam etmiştir.

  193. Demokratik Açılım konusundaki tartışmaları takiben, Kürtçe’nin televizyon ve radyo yayınlarında kullanılması ve bölgedeki mera alanlarının kullanımı alanındaki bazı kısıtlamalar kaldırılmıştır. Bazı yörelerde yerel talep doğrultusunda yerleşim yerlerine asıl adları geri verilmiştir.

  194. AB’nin terörist örgütler listesinde olan PKK’nın gerçekleştirdiği terörist saldırılar sadece Güneydoğu’da değil tüm ülkede can kaybına neden olmaya devam etmiştir. Yaz boyunca terörist saldırılar önemli ölçüde artmıştır. Türkiye TBMM’nin hükümete sınır-ötesi operasyon yapma hakkı tanıyan 2007 tarihli kanunun süresini uzatmasını takiben Irak’ın kuzeyindeki terörist kamplarına hava harekatı gerçekleştirmiştir.

  195. Mahmur Kampı’ndan PKK üyeleri ve mültecilerin dönüşü askıya alınmıştır. Ekim 2009’da 34 kişilik bir grup hükümetin demokratik açılımının bir parçası olarak Irak’tan Türkiye’ye giriş yapmıştır. Bu kişilerden bazıları Temmuz 2010’da Irak’a geri dönmüştür.

  196. Demokratik açılım çerçevesinde atılması beklenen somut adımlar beklentileri karşılamamış ve uygulanmamıştır.

  197. İçlerinde seçilmiş belediye başkanlarının da bulunduğu BDP’li birçok yönetici ve politikacı KCK-PKK ile mücadele kapsamında yapılan operasyonda tutuklanmıştır. Bazı İnsan Hakları Derneği ve Göçder Diyarbakır üyeleri de tutuklanmıştır.

  198. Terörizm olgusunu çok geniş tanımlayan Terörle Mücadele Yasası’nın uygulanmasında ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü gibi temel hakların kısıtlanması endişe vericidir.

  199. Kara mayınları askeri personel ve sivil halk için bir güvenlik sorunu olmaya devam etmektedir. PKK’nin anti-personel mayınlarını kullanmaya devam ettiği görülmüştür. Türkiye anti-personel mayınların kullanımı, depolanması, üretimi ve naklini yasaklayan Ottowa Konvansiyonu kapsamında tüm anti-personel mayınları 1 Mart 2014’e kadar en kısa sürede imha etmekle yükümlüdür.

  200. Sınır bölgelerinde mayınların temizlenmesi öncelik olmaya devam etmektedir. Türkiye-Suriye sınırının mayından arındırılmasına ilişkin çıkan yasa kapsamında Milli Savunma Bakanlığı bir proje yönetim grubu kurmuştur. Türkiye’nin diğer sınır bölgeleri için, özellikle Irak ve İran sınırı için, mayın temizleme projelerine gerek duyulmaktadır.

  201. Koruculuk sisteminin kaldırılması için hiçbir adım atılmamıştır.

  202. Terör Eylemlerinden Kaynaklanan Zararların Tazminine Yönelik Yasa’nın uygulanmasında ilerleme sağlanmıştır. Zarar Değerlendirme Komisyonları’ndaki kaynak eksikliği ve ağır iş yükünden dolayı değerlendirme ve ödemelerin ilerlemesi yavaş gerçekleşmektedir.

  203. Yerlerinden edilmiş kişilerin şehirlerdeki ekonomik ve sosyal koşulları olumsuzdur. Köye dönüş projeleri güvenlik durumu, mayın sorunu, temel altyapı eksikliği, iş imkanlarının yetersizliği ve koruculuk sisteminden kaynaklanan tehditler dolayısıyla gerçekleşememektedir.

  204. UNICEF sığınmacıların çocuklarının sağlık ve eğitim hizmetlerine erişiminde bazı çabaların kaydedildiğini belirlemiştir. Mülteciler ve sığınmacılar ile ilgili kapsamlı bir yasal çerçevenin olmayışı bu kişilerin çocukları için hizmet sunulması önünde engel oluşturmuştur.

Kıbrıs

  1. Türkiye BM Genel Sekreteri’nin himayesinde adadaki iki toplumun liderleri arasında yürütülen müzakerelere desteğini belirtmeye devam etmiştir.

  2. Türkiye AB Konseyi ve Komisyonu’nun sürekli çağrılarına rağmen 21 Eylül 2005 tarihli bildirge ve Aralık 2006 ve Aralık 2009 Konsey kararları uyarınca Türkiye’nin Ek Protokol’den doğan yükümlülüklerini yerine getirme konusunda hiçbir ilerleme kaydetmemiştir.

  3. Türkiye, G. Kıbrıs ile ikili ilişkilerini normalleştirmede bir ilerleme kaydetmemiştir. Türkiye, G. Kıbrıs’ın aralarında Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün de bulunduğu birçok uluslararası örgüte üyeliğini ve Wassenaar Anlaşması’na katılımını veto etmeye devam etmektedir.

  4. G. Kıbrıs hükümeti karasuları ve hava sahasının Türkiye tarafından düzenli olarak ihlal ettiğini bildirmiştir.

  5. Türkiye ve Yunanistan ikili ilişkilerini geliştirme çabalarını yoğunlaştırmıştır. Yasadışı göçmenlerden bir kısmının Türkiye’ye geri kabulü konusunda bir ikili anlaşmaya varılmış ancak bu anlaşma henüz yürürlüğe konmamıştır.

  6. 2002’den beri devam eden görüşmelerin 47nci’si Atina’da 2010 yazında gerçekleştirilmiştir.

  7. Yunan karasularının genişletilmesi olasılığına karşı 1995 yılında TBMM’de kabul edilen ve böyle bir hareket savaş sebebi (casus belli) sayılacağını belirten karar önergesi halen yürürlüktedir.

  8. Yunanistan Türkiye tarafından hava sahasının ihlal edildiği yönünde birçok resmi şikyette bulunmuştur. Yunanistan ayrıca karasularının ihlal edildiği yönünde şikyetlerde de bulunmuştur.

  9. Türkiye Bölgesel İşbirliği Konseyi (RCC) ve Güneydoğu Avrupa İşbirliği Süreci (SEECP) gibi bölgesel girişimlerde etkin rol oynamaya devam etmektedir.

  10. AB genişlemesi sürecindeki diğer ülkeler ve komşu AB ülkeleriyle ikili ilişkiler olumlu yönde gelişmektedir. Türkiye, Batı Balkanlar’da bazı girişimlerle bölgedeki barış ve istikrara olan desteğini belirtmiştir. Türkiye, Sırbistan ve Bosna-Hersek ile Türkiye, Hırvatistan ve Bosna-Hersek arasında üçlü görüşmeler devam etmektedir. Bosna-Hersek ve Sırbistan devlet başkanları savaş sonrası ilk kez Türkiye’nin girişimiyle İstanbul’da bir araya gelerek, Türkiye, Bosna-Hersek ve Sırbistan’ın ortak amacının AB ile bütünleşmek olduğu yolundaki İstanbul Bildirgesi’ni kabul etmişlerdir.

  11. Arnavutluk, Makedonya, Kosova, Karadağ ve Sırbistan ile yüksek düzeyde ikili görüşmeler gerçekleştirilmiştir.

  12. Türkiye ile Sırbistan arasındaki serbest ticaret anlaşması Eylül 2010’da yürürlüğe girmiştir.

  13. 20 Kasım 2009’da Arnavutluk vatandaşlarının Türkiye ziyaretlerinde vizeden muaf olmaları için bir anlaşma imzalanmıştır.

  14. Bulgaristan’la ilişkiler olumludur.

  15. AB Komisyonu’na Ocak 2010’da gönderilen Katılım Öncesi Ekonomik Programı reform ihtiyaçlarını gözler önüne sermiştir. Hükümetin Ekim 2010’da açıklamış olması gereken yeni Orta Vadeli Plan’ı ekonominin düzelmesinin koşullarına odaklanmalıdır.

  16. Ekonomik politikalar Uluslararası Para Fonu’nun 4. Madde Raporu’na genel olarak uyum göstermekle birlikte, hükümet birimleri arasında sorumluluğun bölünmesi bütçenin eşgüdümü ve orta vadeli iktisadi politikalar geliştirme alanlarında zorluklara neden olmaktadır.

  17. Türkiye gelecekteki ekonomik başarı ve istikrarı için daha geniş kapsamlı bir verimlilik artışı ve daha yüksek seviyede işgücü katılımına dayalı kapsamlı bir çerçeve oluşturmalıdır.

  18. Güçlü enflasyon baskıları ve hızlı büyüyen cari açık çok dikkatli biçimde denetlenmeli ve düzeltilmelidir.

  19. 2004 -2008 yılları arasında yıllık ortalama %6 büyüme kaydedilirken, 2009 yılında %5 oranında daralma meydana gelmiştir. Türkiye’de kişi başına düşen GSYİH AB ortalamasının %46’sı düzeyindedir.

  20. Küresel mali kriz ekonomiyi büyük ölçüde etkilemiş, sabit yatırımları ve dış talebi azaltmıştır. Mali ve parasal canlandırma tedbirleri ve sağlıklı bankacılık sektörü krizin etkilerinin yumuşatılmasına yardımcı olmuştur.

  21. 2010 yılı ilk yarısında GSYİH reel anlamda %11 oranında artarak, 2009 yılına kıyasla önemli bir düzelme göstermiştir. 2010’un ilk yarısında ticaret, sanayi ve inşaat sektörlerinde %15’e varan güçlü büyüme gözlenmiştir. İç talep ve yatırım güçlü olmaya devam etmiştir.

  22. Tüketici ve şirket kredileri hızlı artışlarını sürdürmüş ve iç talebi artırmaya devam etmişlerdir.

  23. Kriz nedeniyle önemli ölçüde düzelen cari hesap dengesi 2009’un sonlarından itibaren tekrar sıkıntı sinyalleri vermeye başlamıştır. İç talep ve enerji fiyatlarındaki artışlar ithalatı yükseltmiştir. 2010’un ilk yarısında ithalat %30 oranında, ihracat ise %15 oranında artmıştır. Bunun sonucunda cari açık 2009 yılının ilk yarısında %3 iken, 2010 yılının ilk yarısında %6,2’ye ulaşmıştır.

  24. 2010 yılında toplam finansman ihtiyacı ikiye katlanmıştır.

  25. Dış borçlar 2010’un ilk yarısında GSYİH’nin %37’si oranında olmuştur. Bu dış borçların üçte ikisi özel sektör elindedir.

  26. Genel olarak dış dengesizlikler ve finansman ihtiyacı yüksek iç büyümeyle birlikte büyümektedir. Dış borca erişimde sıkıntı yoktur.

  27. İşsizlik 2009 yılında %14 olarak gerçekleşirken, 2010 ortasında %11 olarak kaydedilmiştir. Tarım dışı işsizlik oranı ise 2010 ortasında %17 seviyesinde gerçekleşmiştir. Genç nüfusta işsizlik oranı son istihdam paketinin de etkisi ile %24’ten %20 seviyelerine gerilemiştir.

  28. İstihdam oranı 2009 ortasında %42 iken, 2010 ortasında %44 olarak gerçekleşmiştir.

  29. Kadın istihdamı 2009 ortasından bu yana %1,5 artarken, kadın istihdam oranları çalışma yaşındaki nüfusun %22’si gibi çok bir düşük seviyelerdedir.

  30. Kayıt dışı istihdam halen büyük bir sorun teşkil etmektedir. Yüksek işsizlik oranı ve çalışma yaşındaki nüfusun her yıl %1,2 oranında artışı işgücü piyasasının sindirme kapasitesini zorlamaktadır.

  31. Yıllık enflasyon 2009 yılında %6,3 olarak gerçekleşmiştir. Ham gıda maddeleri ve petrol fiyatlarındaki artış 2009 yılının son çeyreğinden itibaren enflasyonda ciddi bir artışa neden olmuştur. Kasım 2009 ile Nisan 2010 arasında enflasyon %5,1’den %10,2’ye ulaşmış, Ağustos 2010’da ise %8,3 olarak gerçekleşmiştir. Enflasyonun 2010 yılı sonunda Merkez Bankası hedefi olan %6,5 oranına gerilemesi ihtimali düşüktür.

  32. AB-Türkiye arasında ikili ticaret 2009’da 80 milyar Euro’ya ulaştı,

  33. Türkiye AB’nin yedinci ticaret ortağı,.

  34. 2010 yılında Türkiye’ye Katılım Öncesi Mali Yardım (IPA) kapsamında toplam 654 milyon Euro’luk kaynak ayrıldı,

  35. Bu kaynaklar kamu idaresi reformu, çevre, rekabetçilik, ulaşım, enerji, sosyal kalkınma, tarım ve kırsal kalkınma gibi alanlardaki gelişimi alanlarında değerlendirildi.

  36. Türkiye’nin mali yardımları hazmetme ve etkin kullanma konusundaki kapasitesini geliştirmesi gerektiği eleştirisi yer bulmaktadır.

4.  2011 Yılı Değerlendirmesi

2011 yılı içinde bu çalışma kapsamında ele alınamayan pek çok alanda çeşitli gelişmeler yaşanmıştır. Çalışmamızın bu bölümünde temel hak ve özgürlükler ile ilgili konular öncelikli olarak değerlendirilmiştir. İlerici politikaların hayata geçirilerek yurttaşlarımızın daha iyi yaşam koşullarına sahip olması bir ölçek olarak benimsenmiş ve uluslararası raporlar, ileri standartlar referans olarak alınmıştır.

  1. Siyasette uzlaşı ortamı: Siyasal partiler ve hükümet arasında uzlaşı ve diyalogun eksik olduğu, bazı kurumlarla ilişkilerin gerginleştiği çatışmacı bir siyasi ortam ülkeye hkim olmuştur. Çatışmacı siyasi kültürün uzlaşmacı bir havaya bırakması müzakere sürecinin gerektirdiği reformların sağlıklı biçimde yürütülmesi için de önemlidir. Uzlaşmacı bir ortamın yaratılmasında hükümete büyük bir rol düşmektedir. Hükümeti uzlaştırıcı, reformları hızlandıran, toplumun tüm kesimlerini kucaklayan politikalar benimsemeye davet ediyoruz.

  2. AB müzakereleri ve diğer aday ülkelerde partiler arası uzlaşı: Bugüne kadar iktidarın partiler arası uzlaşı yaratacak bir platform oluşturma girişimine rastlanmadı. Örneğin Türkiye ile aynı tarihte müzakereye başlayan Hırvatistan bugün doğru bir uzlaşı modeli ile reform sürecini çok az sıkıntıyla atlatmıştır. Hırvatistan 2005 Mart ayında yaptığı Anayasa değişikliği yaparak kurduğu Ulusal Komite ile AB reform sürecinde uzlaşıyı yaratmıştır. Bu komitenin başkanı daima muhalefet partilerinden olmaktadır. İçinde akademi, sivil toplum gibi çeşitli kesimlerin temsilcileri ve başmüzakereci de üye olarak bulunmaktadır. AB süreci ile ilgili her belge ve bilgi burada tartışılmaktadır, başmüzakereci bilgi aktarmaktadır. Türkiye’de buna benzer bir model kurmayı hükümet reddetmekte. Tüm girişimlere rağmen ülkemizin AB müzakere pozisyon belgeleri muhalefetle ve meclisle paylaşılmamakta. Hükümetten yapılan açıklama bu pozisyon belgelerinin AB tarafından istenmediği için paylaşılmadığı ifade edilmişti ancak AB’nin hiçbir aday ülkede bu yönde bir talebi olamayacağı açık. Uzlaşma arayan bir hükümet bu belgeleri muhalefetle şeffaflık içinde paylaşabilir.

  3. Anayasa değişikliği, uygulaması ve yargı bağımsızlığı : 2010 yılı Türkiye İlerleme raporunda “doğru yöne atılmış bir adım” olarak nitelenen Anayasa değişikliklerinin uygulamasında Avrupa standartlarının benimsenmesi koşulu üzerinde durulmuştu. Yaşanan deneyimler uygulamanın Avrupalı standartların ötesinde yargıyı siyasallaştıran ve siyasi otoritenin güçlü etkisi altına sokan ve sonucunda da yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığın büyük ölçüde zarar görmesi ile sonuçlanan bir süreç yaşanmıştır. Uluslararası Şeffaflık Derneği Haziran 2011’de yayımladığı raporda şunları söylemektedir: “Türkiye’deki ana sorun yasal düzenlemelere rağmen şeffaf olmayan, hkimlerin göreve alınmaları, atanmaları, terfileri ve disiplin kovuşturmalarıdır. Yargı mensupları için geniş bir etik kurallar belirlenmemiştir, aynı şekilde milletvekilleri için de etik kurallar belirlenmemiştir” [2]

  4. Hkimler hakkında soruşturma ve yargı bağımsızlığı : Bu konuda referandum sonrasında yapılan düzenlemelerin sonuçlarına ilişkin Uluslararası Şeffaflık Derneği’nin raporunda şunlar söylenmektedir: “Hkimler hakkında soruşturma HSYK bünyesindeki kurul müfettişleri tarafından yapılır. Kurul müfettişleri 21 kişiden oluşan Genel Kurul kararıyla seçilmektedir. Yargıçlar hakkında inceleme ve soruşturma yapılması 3. Dairenin teklifi üzerine Adalet Bakanının oluruna bağlıdır. Bu nedenle, hkimler hakkında şikyetleri inceleyen kurumun tamamen bağımsız olduğunu söylemek zordur. Şikyet mekanizmasının etkinliği konusunda yapılan en büyük şikyet, Adalet Bakanı’nın sürece dhil olmasıdır. Bir yargıç hakkında soruşturma başlaması için Adalet Bakanı’nın izni gerekmektedir. Bu durum kurumun tarafsızlığını ve bağımsızlığını zedelemektedir”[3]

  5. Bu deneyim Avrupa Birliği kurumlarının Türkiye’deki demokratik güçlerin bu değişiklik paketinde gizli bulunan bu tehditlere yönelik uyarılarını adeta görmezden gelmesinin, etkili bir iletişim ve teşvik edicilik içinde bulunmamasının hatta bazı Avrupalı siyasilerin adeta hükümet kampanyasının bir parçası haline gelmesinin yarattığı olumsuz sonuçları net biçimde ortaya koymaktadır. Raporda bu değişikliklerin yargı, temel haklar ve kamu yönetimi gibi Katılım Ortaklığı’nda belirtilen öncelikli alanlara temas ettiği ifade ediliyordu. Ortaya çıkan sonuç bu alanlara yapılan müdahalenin Avrupalı, modern demokrasi yönünde olmadığını uygulamasıyla kanıtlamaktadır.

  6. Ergenekon ve Balyoz gibi davalar ve adil yargılama: Bu davalar kapsamında gerçekleştirilen tutuklamalar ve iddianamelerin mahkemeye sunulması arasında geçen zaman ve yargılama öncesindeki tutukluluk süresinin uzunluğu endişelere yol açmıştır. Uzun tutukluluk sürelerinin cezaya dönüşmüş olduğu görülmektedir. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin   Tutukluluk Hakkındaki R (80) 11 Sayılı Tavsiye Kararına[4] göre;  insancıl ve sosyal nedenlerle, “tutukluluğa başvurmayı adalet gereği elverdiğince minimuma indirmenin arzu edilirliğini görerek” üye devletlere şu tavsiyede bulunmaktadır: “Suçluluğu sabit oluncaya dek kişi masum olduğundan, bir suçla itham edilen bir kimse zorunlu olan durumlarda veya “kesinlik” gerektirmedikçe tutuklanmamalıdır”.

  7. T.C. Anayasasının 19. maddesine göre; tutuklanan kişilerin makul süre içinde yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakkı vardır.  AİHS’nin 5 inci maddesinde[5] kişi özgürlüğü temel hak olarak en geniş anlamda korunmalıdır.  Tutuklama, ceza muhakemesi hukukunda “koruma tedbiri” olduğuna göre; tutuklama kararı verilmesi ve uygulanması esas itibariyle hak ve özgürlüklere müdahaledir. Bu müdahalenin ön şartları gerçekleşmeden “tutuklamaya” yani koruma tedbirine başvurulamaz. Bir başka deyişle tutuklamanın ön şartı olan “gecikmede tehlike bulunması”, “haklı görünüş” ve “orantılılık” her tutuklama ve tutukluluk halinin devamı kararında var olmadır. Aksi takdirde, tutuklama kararı ve/veya devamı hukuka aykırıdır. Hak ihlalidir. Bu konuda Uluslararası Şeffaflık Derneği’nin raporunda Yargıda etkililik/etkinlik başlığı altında şu değerlendirmelere yer veriliyor: “Davaların Makul Sürede Görülmesi: Anayasaya göre davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması yargının görevidir. Türkiye ayrıca uygulamaya yükümlü olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. Maddesine göre davaların “makul bir sürede” görülmesini sağlamak zorundadır. 2010 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin önüne gelen 139.630 davadan 15.206’sı Türkiye aleyhine açılan davalardır. AİHM Türkiye aleyhine  278 ihlal kararı vermiştir. Bu ihlal kararlarına baktığımızda rakamsal olarak en sorunlu alanın dava sürelerinin aşırı uzunluğu olduğu görülmektedir. Davaların makul sürede görülmesinin ihlali konusunda Türkiye’nin Sözleşmeyi imzalayan ülkeler arasında en kötü durumda olduğu görülmektedir.”[6]

  8. Türk iç hukukunun bir parçası olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine göre bir kişinin suç işlediğine dair makul bir kuşku olması, kişinin sadece yakalanması için yeterli olabilir. Ama “belli bir süreden” sonra kişinin özgürlüğünden yoksun bırakılması için yeterli değildir.

  9. Özel yetkili mahkemeler konusu: Türkiye’nin Avrupa Birliği üyelik müzakerelerinin başlaması ve uyum paketleri çerçevesinde 1982 Anayasası’nın DGM’leri düzenleyen 143. maddesi 2004 yazı başında yürürlükten kaldırılmış, bunu 5190 sayılı Kanunla DGM’lerin kaldırılması ve bunların yerine Özel Ağır Ceza Mahkemelerinin ihdası izlemiştir. Bu uğurda, önce 1982 Anayasası’nın Devlet Güvenlik Mahkemeleri’ni düzenleyen 143. Maddesi yürürlükten kaldırılmıştır. Ancak 2845 sayılı Kanun hemen ilga edilmemiştir. Bu süre zarfında DGM’lerde yargılamaya devam edilmiş ve bu yargılamalar anayasal dayanaktan yoksun bulunduklarından ötürü çeşitli çevrelerce eleştirilmiştir.

Bu tartışmaları müteakiben kanun koyucu 5190 sayılı Kanunla 2845 sayılı Kanunu yürürlükten kaldırmıştır. Ancak bu DGM’lerin hukuken kaldırıldığı anlamına gelmemektedir. Zira 5190 sayılı Kanun DGM’lerle aynı hukuki niteliği sahip Özel Ağır Ceza Mahkemelerini CMUK sistematiğine dhil etmiştir. Bu tutum tamamen şark kurnazlığıdır. Bu şekilde DGM’ler kaldırılmış gibi gösterilerek AB’den gelecek eleştirilerin önü kesilmeye, AİHM nezdinde tazminat cezaları bertaraf edilmeye çalışılmıştır.

Hlbuki DGM’lerle ilgili olarak getirilen hukuki eleştiriler Özel Ağır Ceza Mahkemeleri için de –bunların sadece ismen farklı olmaları bakımından- rahatlıkla getirilebilecektir. Örneğin yukarıda da açıkladığımız üzere bu mahkemelerin yargılama usulleri hala Anayasa’ya aykırı yönler ihtiva etmektedir. Dahası bu mahkemeler DGM’lerden farklı olarak eşitlik, yargı birliği gibi birtakım anayasal ilkeleri de ihlal etmektedirler.

Son olarak belirtmek gerekir ki, hükümetinin bu uygulaması AİHM’de Türkiye aleyhine açılacak davalar bakımından esasa ilişkin bir fayda sağlamayacak; AB ise Özel Ağır Ceza Mahkemelerinin hukuki nitelikleri bakımından Türkiye’nin başını ağrıtabilecektir.

DGM’leri kaldırdığını iddia eden, hatta bu şekilde bir başlığa sahip olan 5190 sayılı Kanunun hükümleri incelendiğinde, 2845 sayılı Kanunun hükümlerinin aynen korunup, 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununa (“ CMUK ”) eklendiği görülmektedir. [7]

  1. Siyasallaşmış davalar hakkında yorumlar: 2010 yılı Türkiye İlerleme Raporu’nda Ergenekon davası olarak kamuoyunda tanınan dava ile ilgili ifadeler şunlardır: “ Ergenekon suç örgütüyle ilgili soruşturmalar Türkiye’nin demokratik kurumlarının işleyişinin güçlendirilmesi ve hukukun üstünlüğünün sağlanması açısından önemli bir fırsat niteliğindedir. Türkiye siyasi parti kapatmayla ilgili yasal düzenlemelerini Avrupa ile uyumlu hale henüz getirmemiştir ” Bu ifadelerde süren bir dava ile ilgili AB Komisyonu’nun sonuca ilişkin tavır aldığı görülmektedir. Gerek tutuklanan kişilerin tamamının ortak özelliğinin hükümete muhalif isimlerden oluşması gerekse de yargılama sürecinin hukuk dışı yol ve yöntemler içermesi ve tutuklama sürelerinin uzunluğu göz önüne alındığında AB Komisyonu’nun vardığı bu kesin yargı Türkiye’deki demokratik güçler üzerinde şaşkınlık yaratmaktadır. Oysaki raporun başka bir yerinde AB Komisyonu şunu da söylemektedir: “Terörizm olgusunu çok geniş tanımlayan Terörle Mücadele Yasası’nın uygulanmasında ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü gibi temel hakların kısıtlanması endişe vericidir”. 2011 yılında bu durum endişe verici olmanın ötesine geçerek tüm muhalif sesleri susturma aracına dönüşmüştür. Uluslararası Af Örgütü’nün 2011 yılında Türkiye’de insan hakları alanındaki gelişmeleri ele aldığı raporunun[8] ifade özgürlüğü bölümünde şöyle denmektedir: “Ceza Kanunu’nun çeşitli maddelerinin yanı sıra, daha yüksek hapis cezaları içeren ve tutuklu yargılanma kararlarıyla sonuçlanan terörle mücadele yasaları, sık sık meşru özgür ifadeyi bastırmak için kullanıldı.”

  2. Yukarıda referans verilen Uluslararası Af Örgütü’nün raporunda ifade özgürlüğüne ilişkin ayrıca şu tespitlere yer verildi: “Haklarında en sık dava açılanlar arasında Kürt siyasetçiler, gazeteciler ve insan hakları savunucuları bulunuyordu. Keyfi sınırlamalara devam edildi, internet sitelerine erişim engellendi ve gazetelerin yayınına geçici olarak son verildi. Düşüncelerini açıklayanlara yönelik şiddet tehdidi devam etti.”

  3. Hrant Dink Davası: 2010 yılı Eylül ayında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Dink davasıyla ilgili olarak,  gazeteci ve insan hakları savunucusu Hrant Dink’in hayatını korumak için yetkililerce yeterli önlem alınmadığına karar verdi. Yetkililer, Ocak 2007’deki cinayetten önce ellerinde bilgi bulunmasına rağmen önlem almamış, cinayetin ardından da etkili soruşturma yürütmemişlerdi. Mahkeme, özellikle güvenlik görevlileri hakkında soruşturma izni verilmemesini eleştirdi. Mahkeme ayrıca, Türkiye’nin, Ceza Kanunu’nun 301. maddesi kapsamında hakkında dava açılan Hrant Dink’in ifade özgürlüğü hakkını da ihlal ettiğine karar verdi.

  4. Türkiye’nin Uluslararası İnsan Haklarını Koruma ve Geliştirme Komitesi’nde akredite olacak bir ulusal düzeyde özerk bir insan hakları kurumu oluşturulmadı. Hükümetin yerine getirmeyi söz verdiği fakat gerçekleştirmediği bağımsız insan hakları mekanizmaları konusunda sivil toplumun katılımı yeterince sağlanmadı. Örneğin, İnsan Hakları Kurumu’nun (insan haklarının korunması ve ihlallerin önlenmesinden sorumlu olacak kurum) kurulması hakkındaki yasa taslağıyla ilgili olarak katılımcı bir süreç gerçekleştirilmediği için kurumun bağımsızlığı konusunda gerekli güvenceler sağlanmadı. Dolayısıyla kurum oluşturulsa bile işlevini yerine getirmesi güç hale getirildi.

  5. İşkenceye karşı mücadele ve önlemler: Hem BM İşkenceye Karşı Mücadele Komitesi hem de Uluslararası Af Örgütü’nün raporlarında yer alan değerlendirmelerde özellikle gösteriler sırasında ve gözaltı haricinde olmakla birlikte, gözaltında ve cezaevine nakil esnasında da işkence ve diğer kötü muamele konusu işlendi. 2010 yılı Kasım ayında BM İşkenceye Karşı Komite, Türkiye gözlemleri sırasında ciddi bir kaygı duyduğu “birçok, süre giden ve kapsamlı işkence iddiaları”yla mücadele etmeleri için yetkililere bir dizi tavsiyede bulundu”.

  6. Basın özgürlüğü ve tutuklu gazeteciler: 2011 yılı içinde de çok sayıda yayın organının toplatılması ve kapatılması, karikatür ve mizah dergilerinin poşete sokulması, internet sitelerine erişimin engellenmesi, radyo ve TV kuruluşları hakkında çeşitli maddi ve manevi yaptırımlar uygulanması, gazetecilerin iş güvencesinden yoksun olması, editoryal bağımsızlık üzerinde yaratılan korku ortamı artarak varlığını korudu. Ayrıca pek çok basının muhalif seslerinin çeşitli davalarla ilişkilendirilerek tutuklanmaları sürerken yüzlerce gündür içeride tutulan gazeteciler için sesini duyurmaya çalışan sivil girişimler de baskı altına alınmak istenmektedir. Türkiye Gazeteciler Sendikası ile Adalet Bakanlığı arasında yapılan yazışmalar sonunda, bakanlık cezaevlerinde 64 gazetecinin bulunduğunu teyit etti. Geçen yılın başında cezaevlerinde gazeteci bulunduğunu reddeden Adalet Bakanlığı, 2010 yılının Eylül ayında Bakan tarafından yapılan resmi açıklamayla 19 gazetecinin cezaevinde olduğunu ilk kez kabul etmişti. Adalet Bakanlığı’nın 22 Şubat 2011 tarihli tespitlerinde ise cezaevlerinde fikir suçlarının yanı sıra adli suçlardan dolayı yargılanan toplam 26 gazetecinin bulunduğu bilgisi meslek örgütleriyle paylaşılmıştı. Adalet Bakanlığı’nca de teyit edilen isimler dikkate alındığında, fikir suçlarından dolayı yargılanan toplam 64 gazeteci cezaevinde bulunmaktadır.

  7. Tutuklu gazeteciler konusu uluslararası basın özgürlüğü kuruluşlarının yakından takip ettiği ve raporlarında yer verdiği bir konu haline gelmiş ve Uluslararası Gazeteciler Federasyonu da internet üzerinden bir imza kampanyası başlatmıştır. AGIT Basın Özgürlüğü Temsilcisi Dunja Mijatovic Türkiye’de basın özgürlüğünü değerlendiren raporda 2011 yılı baharı itibariyle 57 gazetecinin cezaevinde olduğunu ve süren davaların sonuçlanmasıyla 700-1000 gazetecinin cezaevine girmesinin olası olduğunu söylemektedir.[9] Ayrıntılı bilgi için Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın ve Uluslararası Gazeteciler Federasyonu’nun internet sayfası: www.tgs.org.tr [10]

  8. Türkiye Sınır Tanımayan Gazeteciler Basın Özgürlüğü İndeksi’nde 178 ülke arasında bir önceki yıla göre 16 basamak gerileyerek 138. olmuştur. Cezayir, Irak, Mısır, Katar gibi ülkelerle beraber Avrupalı ülkelerin çok gerisinde yer almıştır. [11]

  9. Basına yönelik siyasi tehdit ve baskı: Daha önce Doğan Medya Grubu’na yönelik Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın boykot çağrısını basın aracılığıyla üç kez yinelemesi ve ardından bu medya grubuna yönelik ağır vergi cezalarının tahakkuk ettirilmesi, gruptaki muhalif bir çok gazeteci ve köşe yazarının işten çıkartılmasının ardından basına ve sivil topluma yönelik buna benzer pek çok baskı girişimi olmuştur. Bu baskılar sonucunda basın muhalif seslerini törpülemiş ve muhalif haberlere daha az yer vermeye başlamış, gazeteci ve yazarlar otosansür uygulamaya başlamıştır. Başbakan Erdoğan’ın 2011 yılı Mayıs ayında bir gazeteciyi hedef göstererek, YGS soru kitapçıklarındaki ‘şifrelendirme’ ile ilgili haberlerden duyduğu rahatsızlığı, eleştirilmeye tahammülsüzlüğün ötesinde, gazetecileri tehdit edecek düzeye kadar ilerletmesi bunun en bariz örneklerinden biridir. Başbakan, katıldığı bir televizyon programında yaptığı açıklamalarla, isim vermeden özellikle bir gazeteciyi hedef göstermiş ve Yüksek Öğrenime Giriş Sınavı konusunda “talimatla kampanya yürütüldüğünü” iddia ederek gazeteci hakkında dayanaksız suçlamalarda bulunmuştur. Devleti yönetme sorumluluğu kendisine verilmiş olan Başbakan, şöyle demiştir: “Şimdi değil ama gelecekte bedelini çok ağır ödeyecekler”. Başbakan’ın sıkça yaptığı bu ve benzeri açıklamalar halkın haber alma hakkını da tehdit etmektedir.

  10. Siyasi otorite ve medya sahipliğine etkisi: ATV ve Sabah gruplarının kamu bankalarından kredilendirilerek satışı ve başına Başbakan’ın damadının getirilmesi etik değildir. Medyada doğrudan ve dolaylı iktidar kontrolü % 75-80’lere ulaşmıştır.

  11. İnternet Sansürü ve Filtreleme: Özellikle 2011 yılında ortaya çıkan gelişmeler ışığında internet kullanımı ve sosyal medyanın gelişimi dünyada tüm otoriter yönetimleri rahatsız etmiş ve kontrol altına alınması gereken bir alan olarak görülmüştür. Türkiye’de 2011 yılı içinde daha önce Youtube, Blogger gibi pek çok ünlü internet sitesini de içine alan internet yasakları artarak sürmüş ve sansür düzeyine ulaşmıştır. Bireyin internet kullanımını filtreleme yöntemi ile sınırlandırmak isteyen Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu tarafından getirilen filtreleme düzenlemesi gelen yoğun ulus ve uluslararası tepkiler üzerine bazı değişiklikler yaparak uygulamayı 22 Kasım’a ertelemiştir. Mevcut düzenlemelerle beraber internet özgürlüğüne yönelik ciddi tehditler oluşturan bu uygulama ve pek çok haber sitesini de içine alan diğer internet yasakları sebebiyle Sınır Tanımayan Gazeteciler Hareketi tarafından Türkiye’nin internet sansürü konusunda dünyadaki izleme altında tutulan 16 ülke arasına girmesine sebep olmuştur. [12] Hükümetin medyaya yönelik yaklaşımı ve politikaları göz önüne alındığında her modern demokrasinin vazgeçilmez değeri olan internet ve basın özgürlüğü konusunda ciddi bir sorunun söz konusu olduğu görülmektedir.

  12. Kadın hakları: 2010 yılı Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nı Küresel Cinsiyet Eşitsizliği İndeksi’nde Türkiye 83. sırayı aldı. 2008 yılına göre altı sıra geriledi.  [13] Ayrıca Dünya Ekonomik Forumu`nun yıllık geleneksel `Cinsiyet Eşitsizliği Raporu`nda önceki yıl Türkiye, kadın ve erkeklerin ülke kaynaklarından yararlanması üzerine kurulan Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi`nde son sıralarda yer aldı. Türkiye’nin bu alanda sistematik olarak gerilediği görülmektedir.

TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTSİZLİĞİ

YılAraştırma yapılan ülke sayısıTürkiye’nin sırası20061151052007128121200813012520091341292010134126

Kaynak : Dünya Ekonomik Forumu Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Raporu

è             2010 Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Raporu’na göre Türkiye:

–             Sağlık alanında 61.

–             Siyasette 99.

–             Ekonomik katılım ve fırsat eşitliği alanında 131.

–            Eğitimde 109. olmuştur ve Türkiye toplumsal cinsiyet eşitsizliğinde en kötü durumda olan Katar, Mısır, Mali, İran, Suudi Arabistan, Benin, Pakistan, Çad ve Yemen’le aynı grupta yer almıştır.

  1. Kadın ve Okur Yazarlık: Türkiye’de 4,7 milyon olan okuma yazma bilmeyen vatandaşın 3,8 milyonu kadındır.

  2. Kadın istihdamı: 2010 ortasından bu yana %2 artarken, kadın istihdam oranları çalışma yaşındaki nüfusun %24’ü gibi çok bir düşük seviyelerdedir.  Hükümetin 2023 yılına kadar kadın istihdamında öngördüğü hedef % 35’ken AB 2020 stratejisindeki genel istihdam hedefi %75’tir. Dünya genelinde % 74,3 erkeğe karşılık % 49,1 kadın istihdam edilirken, Türkiye’deki oran % 64,3 e karşılık % 22,2 olarak bildirilmektedir. Kadınların Türkiye’de işgücüne katılım oranları (%26) tüm AB ülkelerinden daha düşüktür ve OECD (istihdam %56,5)  ülkeleri arasında en düşük düzeydedir.Dünya genelinde ve yaklaşık olarak her iki cinsin sayısal eşitliği dikkate alındığında kadının istihdam edilme oranı Dünya genelinde % 50 iken Türkiye’de bu oran %25’ e kadar gerileme eğilimi taşımaktadır.

  3. Kadın istihdamının önündeki önemli bir engel olan çocuk bakımı konusunda kapasitenin yetersizliği çözüm beklemektedir. Bu da ancak devlet politikalarının desteği, yaptırımı ve özendiriciliği sağlanarak aşılabilinir. Hükümetin en az üç çocuk politikası ile birleştiğinde ise kadın istihdamını yükseltmek yerine daha da gerileten bir anlam kazanmaktadır.

  4. Siyasette kadın: Kadın milletvekillerinin oranı geçen dönem %8,8 iken 12 Haziran 2011 seçimlerinden sonra % 14’e yükselmiştir ancak hala Bakanlar Kurulu’nda bir kadın bakan bulunmaktadır ve kadın hakları konularını da içeren Aileden Sorumlu Bakanlık görevini üstlenmektedir. Bu katılımın yükselebilmesi için siyasi partiler yasasında, Anayasa’da değişiklik yapılarak kota getirilmesi ve yasal güvence şarttır. Türkiye’nin 3000 belediye başkanından sadece 27’si kadındır.

  5. Son kabine düzenlemesiyle kadın konularının genel müdürlük seviyesine indirilerek bakanlığın adından çıkartılmış olması kadın erkek eşitliğine verilen siyasi önemin bir ifadesidir. Cinsiyet Eşitliği Bakanlığı kurulmalıdır.

  6. Kadına karşı şiddet: Türkiye, kadına karşı şiddet ve aile içi şiddetle mücadeleyi amaçlayan uluslararası sözleşmeyi imzalamış olması olumlu bir gelişmeyken, yürürlüğe girebilmesi için hızla TBMM’ye sevki gerekmektedir. Devletin kadına karşı şiddeti önleme rolünü vurgulayan sözleşmenin getirdiği sığınma evleri, 24 saat hizmet veren çağrı merkezleri, koruma emirlerinin zaman geçirilmeden çıkarılması, şiddet gören kadın şikyetini geri çekse de savcıların soruşturmayı sürdürmesi gibi hükümler hızla hayata geçirilmelidir. Sözleşmenin Türkiye’yi yükümlü kıldığı ceza hukuku alanında somut önlemler: şiddet mağdurlarına ücretsiz hukuksal destek sağlanması, toplumsal cinsiyete dayalı şiddet ile ilişkili iltica talepleri ve geri göndermeme ilkesi güvencesi hayata geçirilmelidir. Sözleşmenin gereği olan kadın – erkek eşitliği, kadına yönelik şiddet, karşılıklı saygı konuları eğitim müfredatına eklemeli ve devletin kadın-erkek eşitliği uygulamalarını izleyen ve denetleyen bağımsız bir mekanizma kurulmalıdır. Bu çabalar siyasi bir vizyon ve kararlılığı gerektirmektedir. Devleti yönetme görevini üstlenmiş olan Başbakan’ın “Kadın Erkek eşitliğine inanmıyorum, cinsellikle ilgili ayrımcılık vurgusu içeren “Kız mıdır kadın mıdır? “ ifadeleri bu politikaların yasal düzenlemeler yapılsa dahi etkili biçimde uygulanmasını imknsız hale getirmektedir. Türkiye’de kadına karşı şiddet ile ilgili İnsan Hakları İzleme Grubu’nun yayımladığı “Kocamdır Sever de Döver de”[14] başlıklı rapor çarpıcı verileri gözler önüne sermektedir. www.hrw.org/node/98418

  7. 2002 yılı kayıtlarına 66 olarak geçen kadın cinayet sayısı, 2007 yılında 1011’dir. Türkiye’de yaşayan kadınların dörtte biri fiziksel şiddete uğramaktadır. Şiddete uğrayan kadınların dörtte üçü eşi tarafından şiddete maruz kalmaktadır. Cinayet sonucu ölen kadınların çoğu eşi tarafından öldürülmektedir. 2007 yılında değişiklik yapılan 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun kadını sadece ailenin üyesi olarak algıladığı için boşanmış ve bekr kadınları korumaya yetmemektedir. Boşanmış ya da evli olmayan kadınlar yasa kapsamının dışında kalmaktadır. Kadın sığınma evlerinin sayısı yeterli düzeyde artmamaktadır. Belediyeler Kanunu’na göre, 50 bin ve üstü nüfusa sahip olan tüm belediye bölgelerinde barınak olmalı gerekirken durum bundan çok farklıdır.

  8. Milletvekili dokunulmazlıkları ve yolsuzlukla mücadele: Milletvekili dokunulmazlıkları konusunda hükümet partisi dışında kalan tüm partiler kürsü dokunulmazlığı ile sınırlandırma konusunda fikir birliğine varmasına rağmen hükümet hiçbir adım atmamıştır. İlk kez CHP, milletvekili aday adaylarına milletvekili dokunulmazlıklarının sınırlandırılmasını kabul ettiklerine dair bir belge imzalatmıştır. Milletvekillerinin bir etik kodu kabul etmemiş olmaları önemli bir sorundur. Bu konu Uluslar arası Şeffaflık Derneği’nin Türkiye üzerine yayımladığı raporda da geçmiştir. Raporda ayrıca yasama ve yürütmenin bağımsız olmadığı vurgulanmakta ve şöyle denmektedir: “Parlamentonun işleyişi ile ilgili bir diğer sorunlu alan, yasamanın yürütmeyi dengeleyici ve denetleyici rolündedir. Parlamenter sistemlerde, yürütme erki parlamentonun bir parçasıdır. Kuvvetler ayrılığı ilkesi gereğince, yasamanın yürütmeden bağımsızlığı güvence altına alınmalı ve parlamento yürütmeyi denetleyici bir rol üstlenebilmelidir. Ancak mevcut sistemde, yasamanın bağımsızlığından bahsetmek pek mümkün değildir. Parlamentonun çoğunluğunu oluşturan iktidar partisi, aynı zamanda Meclis başkanlığı ve komisyon başkanlıklarını da elinde bulundurmaktadır. Bu şekilde Meclis iç işleyişi ve Meclis gündeminin belirlenmesi süreçlerinde de güç yürütmenin elindedir. Vatandaşların vergilerinden elde edilen kamu kaynaklarının nasıl ve nereye harcanacağının belirlendiği bütçe görüşmelerinde parlamentonun rolü çok zayıf kalmaktadır. Sayıştay aracılığı ile bütçenin denetlenmesi sürecinde de aynı şekilde parlamentoda çoğunluğu oluşturan iktidar partisi belirleyici konumdadır”. [15]

  9. Yolsuzlukla mücadele: Bu alanda önemli bir ilerleme kaydedilmemiştir. Aralık 2009’da Başbakanlık Denetleme Kurulu Avrupa Yolsuzlukla Mücadele Kurumu’nun (OLAF) muadil kuruluşu olarak belirlenmiş ve Yolsuzlukla Mücadele Koordinasyon Birimi’nin (AFCOS) görevi bu kuruma verilmiştir. Yolsuzlukla mücadelede bağımsızlığı güvence altına alınmış bir kuruluşun yetkili olmaması Türkiye’de yolsuzlukla mücadele ve önlemlerin uygulanmasını engellemektedir.

  10. Uluslararası Yolsuzluk Anketi’nin son sonuçlarına göre geçtiğimiz yıl her 4 kişiden biri ihtiyacı olan hizmeti alabilmek için rüşvet verdi. En çok rüşvet verilen ülkeler arasında Türkiye 6. oldu. İlk 5 ülkenin de Avrupa’dan olmadığını göz önüne alındığında Türkiye bu tabloyla Avrupa’da ilk sırada yer alıyor. Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün yayınladığı anket, halktan sıradan insanların 9 temel hizmeti almak için vermesi gereken rüşvete odaklanıyor. Liberya, Afganistan, Irak, Hindistan, Gana, Türkiye, Meksika, Romanya, Rusya, Çin.

  11. Devlet Yardımları Kanunu ve Rekabet Faslı’nın açılması: Türkiye’nin müzakereye açabileceği başlıklardan biri olan Rekabet başlığının önşartlardan biri devlet yardımları kanunudur. AB standartlarına uygun olarak Devlet yardımları uygulamalarının izlenmesi, denetlenmesi ve ekonomik koordinasyonu sisteminin oluşturulması ile devlet yardımları alanında şeffaflığın sağlanması amaçlanmaktadır. 2010 yılı sonunda TBMM’de yapılan kanun görüşmelerinde CHP’nin tüm uyarılarına rağmen gerekli şeffaflık, hesap verebilirlik ölçütlerini yerine getirmemiştir bu nedenle de AB tarafından yeterli bulunmamıştır. Hükümet devlet yardımlarını serbest rekabeti sekteye uğratıcı, yönlendirici bir araç olarak elinde tutmakta ısrar etmektedir. Sağlıklı rekabet koşulları için şeffaf, ölçülebilir şartlar yaratmayı kabul etmemektedir. Bunun da siyasi otoriteye istendiğinde kimi gruplar için lehte şartlar yaratma imknı sağlamaktadır.

  12. Sosyal Politikalar: Türkiye’nin kriterleri yerine getirdiğinde açmasının önünde siyasi bir engel bulunmayan az sayıda fasıldan biridir. Sosyal Politika ve İstihdam faslı için 2007 yılında Almanya’nın dönem başkanlığında 2 adet açılış kriteri bildirilmiştir. Bunlardan ilki, sendikal hakların AB standartları ve ilgili ILO Konvansiyonları ile uyumlu olmasının (özellikle örgütlenme, grev ve toplu sözleşme hakkı açısından) sağlanmasıdır. Bu amaçla Türkiye’nin mevcut kısıtlamaları ortadan kaldırması ve kamu ve özel sektörü de kapsayacak şekilde bu alanda tamamen gözden geçirilmiş bir mevzuatı kabul etmesi beklenmektedir. İkinci açılış kriteri ise, tüm işgücünün yararı için bu fasıla konu olan AB müktesebatının aşamalı olarak iç hukuka aktarılması, uygulanması ve yürütülmesini içeren bir eylem planının Avrupa Komisyonu’na sunulmasıdır. Hükümet bu eylem planını sunmuştur fakat birinci kriter yıllardır yerine gelmemektedir. İş hukuku alanında 2007, 2008, 2009 ve 2010 yılı ilerleme raporlarında Türkiye’nin AB müktesebatını iç hukukuna aktarımına ilişkin herhangi bir ilerleme kaydedilmediği belirtilmiştir.

  13. Türkiye’nin Avrupa Sosyal Şartı’nın 5. (örgütlenme hakkı) ve 6. (grev hakkı dhil toplu pazarlık hakkı) maddelerine koyduğu çekinceleri kaldırmalıdır.

  14. ILO Konvansiyonlarının örgütlenme hakkı, grev hakkı ve toplu pazarlık haklarına ilişkin hükümlerini tam olarak uygulamalıdır.

  15. Kamu çalışanlarının sendikaya üye olmaları önündeki tüm engeller kaldırılmalıdır.

  16. Mevcut sendikal hakların uygulamalarına getirilen kısıtlamalar ve sendika üyeliği nedeniyle işten çıkarmaların önüne geçilmelidir.

  17. Toplu sözleşmelerden faydalanan işçi oranı çok düşüktür ve yükseltilmelidir.

  18. İç hukuka aktarılması gereken mevzuatın yanında bunların uygulanması ve denetlenmesi için gereken idari kapasite yetersizdir ve güçlendirilmelidir.

  19. Üçlü düzey adı verilen sektörler arası, sektörel ve işletme düzeyindeki sosyal diyalog mekanizmaları geliştirilmelidir.

  20. Ekonomik ve sosyal politikaların oluşturulmasında, toplumsal uzlaşma ve işbirliğini sağlama amacıyla 21 Nisan 2001 tarihinde kurulmuş olan Ekonomik ve Sosyal Konsey performans göstermelidir. Konsey içindeki hükümet üyelerinin sayısı azaltılmalı ve sivil toplumun katılımı artırılmalıdır.

  21. İş Kanunu’nun kapsamının tüm alanları kapsamadığı (örneğin tarımda 50’den az işçi çalıştıran işletmelerin bu Kanun kapsamı dışında tutulduğu) ilerleme raporlarında ısrarla dile getirilmektedir.

  22. İş sağlığı ve güvenliği: Türkiye 2007 yılından itibaren yayınlanan ilerleme raporlarına göre Türkiye İş Sağlığı ve Güvenliği’ne ilişkin Çerçeve Direktifi hala iç hukukuna aktarmamıştır. Mevcut İş Sağlığı ve Güvenliği mevzuatı özel sektördeki tüm çalışanları kapsamamakta ve kamu sektöründeki işçileri kapsamı dışında bırakmaktadır. Bu alanda Sosyal Politika ve İstihdam faslının 2. açılış kriterini oluşturan ve Nisan 2010’da Avrupa Komisyonu’na gönderilen 2010-2011 Eylem Planı’nda İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun çıkarılması öngörülmektedir ancak buna rağmen 2010 yılı Eylül ayının sonunda yeni bir yönetmelik biçiminde ‘İş Güvenliği Yönetmeliği’ taslağını hazırlamıştır. Bu alanda AB Direktifleri’nin iç hukuka alınmasının geciktirilmesi; 2008 İlerleme Raporu’nda belirtildiği üzere Tuzla’daki iş kazaları gibi dramatik maden kazalarına bir anlamda sebep olmaktadır.

  23. İstihdam: İlerleme raporlarında Türkiye’nin istihdam hedefleri açısından Avrupa Birliği’nin çok gerisinde olduğu sürekli olarak vurgulanmaktadır. Son ilerleme raporunda belirtildiği üzere, genel istihdam oranı Avrupa Birliği’nde %69 iken Türkiye’de %45’in altındadır. Kadın istihdam oranı AB’de %60 iken Türkiye’de %22’dir. Türkiye’de genç işsizlik oranı TÜİK ve AB 2010 İlerleme Raporu’na göre %19,1 iken OECD’nin Temmuz 2010 açıklamasına göre Türkiye’de 2008’de %20,5 ‘ten %25,3’e yükselmiştir.

  24. Kayıtdışı İstihdam: Türkiye’de kayıtdışı istihdam çok yüksektir (%44,8) ve bununla ilgili yeterli tedbirlerin alınmamış olması da önemli bir sorundur. Kayıtdışı çalışma aynı zamanda güvencesiz çalışma anlamına da gelmektedir. Hükümetin sosyal politika faslını açmak için gerekli düzenlemeleri yapmaması gerekmektedir ancak bu konuda getirilen tüm öneriler reddedilmektedir. Çocuk işçiliği ile mücadele de bu konunun önemli bir boyutudur. Kadınlar kayıt dışı çalışma koşullarından ve tarımda ücretsiz aile işçiliğinden kötü bir biçimde etkilenmektedir.

  25. Türkiye, Avrupa Birliği istihdam hedeflerinin oldukça altında olmakla birlikte buna yönelik hükümet tarafından herhangi bir eylem planı öngörülmemektedir. AB tarafından Türkiye’nin kriz döneminde istihdamı artırmak üzere bazı teşvikler sağlamasının uygun olduğu belirtilmiş ancak ‘işsizlik’ ve ‘yoksulluk’ gibi çok temel sorun alanlarında çok az tedbir alındığı, düzenli ve sistematik olmayan uygulamaların varlığı da eklenmiş ve Türkiye için kapsamlı, düzenli ve uzun vadeli programların yapılması gerekliliği vurgulanmıştı. İşsizliğin ve özellikle de genç işsizliğinin yükseldiği Türkiye’de bu önlemlerin hızla alınması ve Türkiye’nin Avrupa İstihdam Stratejisi’ne uyum sağlaması için hazırlaması gereken JAP (Joint Assessment Paper – İstihdam Politikası Öncelikleri Ortak Değerlendirme Belgesi) hazırlanmalıdır. AB ile müzakerelere Türkiye ile aynı yıl başlayan Hırvatistan İstihdam Politikası Öncelikleri Ortak Değerlendirme Belgesini (JAP) 2008 yılında tamamlamıştır.

  26. 2007, 2008, 2009 ve 2010 İlerleme Raporları’nda bu belgenin hazırlanmasına ilişkin hiçbir ilerleme kaydedilmediği vurgulanmıştır. 2008 yılı Ulusal Programı’nda belgenin 2009 yılında tamamlanmasının öngörüldüğü belirtilmiş ama tamamlanmamıştır.

  27. Türkiye, müzakerelerin başlangıcından itibaren hiçbir ilerleme raporunda sosyal içermeye ilişkin gelişme kaydetmemiştir.

  28. Yoksullukla Mücadele: Türkiye’de yoksulluk riski altındaki nüfusun oranı oldukça yüksektir (%17). Almanya’da bu oran %11, Fransa’da %7, İsveç’te %5, İsviçre’de %8 ve OECD ortalaması %10’dur. AB’de şu anda ekonomik kriz yaşayan ülkelerde ise yoksulluk oranları: Yunanistan %12, Portekiz %12, İspanya %14, İtalya %11 ve İrlanda %14. (Rakamlar OECD verilerine dayanmaktadır)

  29. Avrupa bir sosyal modeldir. Sosyal devletin iyi işlemesi demokrasinin ayrılmaz bir parçasıdır. Ekonominin ne kadar büyüdüğünden daha önce yoksullukla mücadele politikalarının ne kadar başarılı olduğu, sosyal devletin gereklerinin yerine gelip gelmediği, kısacası yurttaşlarınızın bir önceki güne göre daha mutlu olup olmadığıdır temel mesele.

  30. Türkiye’nin dünyanın 17. büyük ekonomisi olması sıkça gündeme getirilen bir konu. Çağdaş, katılımcı bir demokrasilerde iktidarların sorumluluklarının öncelikle yurttaş odaklı bir ekonomi düzeni yaratmaktır. 2002-2010 tarihleri arasında ülkemizle ilgili veriler aksini göstermektedir:

  31. AB’de 2010 yılı ‘yoksulluk ve sosyal dışlanmayla mücadele yılı’ olarak belirlenmişti. Ülkenin en önemli sorunu olan yoksulluğa ilişkin hükümet tarafından hazırlanmış ulusal bir eylem planı yoktur ve 2010-2011 Eylem Planı ve 2007-2013 AB Müktesebatı’na Uyum Programı’nda bu alanda bir eylem hazırlığı bulunmamaktadır. Bu alanda yapılan yardımlar sistematik ve düzenli değildir ve sosyal yardımlar, sosyal devletin gereği olarak sahip olunan ‘bir sosyal hak’ anlayışından ziyade ‘hayırseverlik’ veya ‘seçim rüşveti’ anlayışına dayanmaktadır. 2010 İlerleme Raporu’nda çocuk yoksulluğunun önemli bir sorun olduğu vurgulanmıştı.

  32. 2002’de yoksuzluk sıralamasında 102 ülke arasında 64. sırada yer alırken,

  33. 2010 yılında 178 ülke arsında 56. sırada yer almıştır,

  34. 2002’de İnsani Gelişme Endeksi sıralamasında 177 ülke arasında 88. sırada yer alırken, 2010 yılında 169 ülke 83. sırada yer almıştır.

 

[1] Resmi olmayan bu bilgi ve tartışma notu CHP AB Temsilciliği ile çalışan AB ile Müzakereleri İzleme Takımı kapsamında hazırlanmıştır.

[4] IV. Principles applicable to the investigation and the trial, 16. The investigation of the charges against persons kept in custody pending trial and the procedures up to trial shall always be conducted as expeditiously as possible so as to reduce to the minimum the period of custody. Every possible effort should be made to attain that aim.

[5] Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Madde 5, Özgürlük ve güvenlik hakkı, 1. Herkesin kişi özgürlüğüne ve güvenliğine hakkı vardır. Aşağıda belirtilen haller ve yasada belirlenen yollar dışında hiç kimse özgürlüğünden yoksun bırakılamaz.  http://conventions.coe.int/treaty/Commun/QueVoulezVous.asp?NT=005&CL=ENG Türkçe: http://tr.wikisource.org/wiki/Avrupa_%C4%B0nsan_Haklar%C4%B1_S%C3%B6zle%C5%9Fmesi#Madde_5_.E2.80.93_.C3.96zg.C3.BCrl.C3.BCk_ve_g.C3.BCvenlik_hakk.C4.B1

[7] Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemelerinin Anayasal İlkeler ile Temel Hak ve Özgürlükler Işığında İncelenmesi / Muhsin Keskin www.idealhukuk.com/hukuk/hukuk.asp?mct=duyurudetay&x=makale&y=Makaleler&id=60&tit=Ozel-Yetkili-Agir-Ceza-Mahkemelerinin-Anayasal-ilkeler-ile-Temel-Hak-Ve-Ozgurlukler-Isiginda-incelenmesi-/-Muhsin-KESKiN

[12] http://march12.rsf.org/en/#ccenemies

1 view

Comments


bottom of page