Avrupa Parlamentosunun Mayıs 2014 seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından pek çok analiz yapıldı:Avrupanın sonu, Avrupa batıyor! veya Avrupa Nazilerin pençesinde başlıklarıyla öne çıkan haberler ve analizler ise bir tek ülkede, Türkiyede çok rağbet gördü. ABnin ekonomik gücü, toplumsal refahı, teknolojik rekabet üstünlükleri, turizm sektörü ve başta ABD, Japonya ve Çin tüm dünya ile sıkı ekonomik bağları dikkate alındığında temelsiz bir abartma bu tür yorumlar. Aynen Euronun yönetim krizinde olduğu gibi. AB ekonomisinin yüzde ikisini oluşturan Yunanistandaki ekonomik yönetim yolsuzlukları ve finansal kriz sanki Euronun sonu gibi takdim edildi Türk medyasının bir bölümünde. Halbuki Euro ne değer kaybetmekte, ne de dünya ekonomisinde tedavüldeki en önemli para niteliğini kaybetmekteydi.
Avrupa ile ilgili hemen her gelişmenin yorumlanmasında benzer bir sapmanın gözlemlenmesinin temelinde ne tür sosyal ve psikolojik nedenler olduğu incelenmeye değer bir konu. Duygusal veya dogmatik bir Batı karşıtlığı sorunu mu? İlk başlarda nesnel olmayan Batı hayranlığının daha sonra Batının eksiklikleri ile yüzleşmeler sonucunda yarattığı duygusal savrulmalar mı? Yoksa egemen siyasi gücün kendi gündemini etkili olduğu medya ve diğer kaynaklarla topluma yayma operasyonun, toplumun geri kalanını da etkisi altına alması mı? Türkiyede muhalif kesimler içinde Batı karşıtlığında gelecek arayan bazı kesimlerin şikayetçi oldukları Avrupa şüpheci ve aşırı sağcı gruplardan siyasi söylem olarak pek de farklı olmadıklarını görüyoruz.
Avrupa Parlamentosu seçimlerinde Avrupadaki merkez sol ve merkez sağ yelpazeye yayılan ulusal partileri Avrupa Birliği düzeyinde şemsiye partiler temsil etti: sosyal demokratlar, muhafazakarlar, liberaller, yeşiller, … Bu partilerin ortak adaylarının yürüttüğü kampanyaların odağında genç işsizliği, Avrupanın geleceği senaryoları ve Avrupa düzeyinde daha verimli çalışan, küresel düzeyde daha etkili ve yurttaş odaklı bir model arayışı vardı. Seçim sonuçları ise hepimiz için nesnellik içinde analiz edilmesi gereken önemli bir siyasi mesaj ortaya çıkardı. Toplumlar, temsili ve kısmen katılımcı demokrasi ile yetinmek istemiyorlar. Doğrudan demokrasi talebi dünyanın her yerinde olduğu gibi Avrupada da yükseliyor.
Bunlar yurttaşların siyaset ile kurduğu ilişkinin evrimine bakınca Türkiye için de geçerli talepler. Gezi hareketi de siyasetin ihtiyaç duyulan çözümleri üretememesine karşı bir yönüyle doğrudan demokrasi talebi olarak ortaya çıktı. Batı kamuoyu, seçimlere düşük katılımı ve aşırı sağın yükselmesini demokrasi açığı ve yurttaşlarla zayıf iletişim gibi sorunlar etrafında tartışırken, biz de bu tartışmanın Avrupanın batması ya da Naziciliğin yükselmesi gibi kavramlar etrafında yapılması bilgi temeline dayanmayan analizler yapıldığını gösteriyor. Avrupada ayrımcılık ve yabancı düşmanlığında yaşanan artışı genel bir Batı karşıtlığı ve AB üyeliğine katı muhalefet için kullananların Türkiyede ayrımcılık ve ırkçılığın geldiği noktayı hep gözlerden uzak tuttuğunu gözlemliyoruz. Hatta bu kesimin görünüşte Batılı yaşam biçimine sahip ama toplumu Batı düşmanlığına yönlendiren kamuoyu sözcülerinden bazılarının anti-semitik, ayrımcı, nefret söylemi içeren kampanyaların da baş aktörü olduğunu görüyoruz. Avrupada çeşitli etkenlerin etkisiyle aşırı hareketlerin zemin bulmasını Türkiyede Avrupa karşıtlığına tahvil etmek için ülkemizde iştahla çalışanların şikayetçi göründükleri bu aşırı sağ ya da sol kişilikler ile ruh ikizi olduklarını da zaman zaman gözden kaçırabiliyoruz.
Türkiyedeki durum bir başka yazının konusu olabilir ancak somutlaştırmak gerekirse: – Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı Derneğinin (GYODER) yaptırdığı araştırmaya göre Türkiyede vatandaşların yüzde 65i yabancıların Türkiyede ev almasına karşı. – Açık Toplum Vakfının 2006 yılında yaptığı Türkiyede Farklı Olmak adlı araştırması da ortaya koymuştu ki, vatandaşların yaklaşık % 24ü farklı mezhepten, % 28i Kürt, % 39u Yahudi, % 42si Ermeni ve % 43ü Rum komşu istemiyor.
– German Marshall Fund düşünce kuruluşunun yaptığı bu yıl onikincisi yayımlanan Transatlantik Eğilimler Araştırmasında göçün ekonomik ve kültürel etkileri de ölçülmüş. Bu yılki sonuçlara göre Türkiyede göçmenlerin ulusal kültür için tehdit olduğunu düşünenler arasında ise yüzde 61 ile Türkiye, anketin yapıldığı ülkeler arasında en üst sırada yer alıyor. AB ve ABD örneklerinde ise yanıt verenlerin yaklaşık %70i göçmenlerin ülke kültürüne katkısı olduğunu düşündüklerini belirtiyor. Türklerin %75i göçmenlerin işlerini web hgh human growth hormone ellerinden aldığına inanıyor. Bu oran ABde %50, ABDde ise %35. Aynı şekilde Türkiyede göçmenlerin sosyal hizmetler için yük olduğunu düşünenlerin oranı %69 iken, bu sorunun ABde karşılığı %50 iken, ABDde %57.
Bu göstergeler Türkiyenin de Batı’daki bu olumsuz eğilimlerden bağımsız olmadığını ve hatta bir çoğunda çok daha kötü durumda olduğunu gösteriyor. Bilgi temelli düşüncenin yıkıldığı bir toplumu her kesimden fırsatçının yönlendirmesi çok daha kolay hale gelir. Türkiyede toplumumuzun Avrupayı bilgi temelli değerlendirememesi de Avrupanın noksanları ve içerdiği fırsatları doğru analiz edememesine yol açar, kendimize zarar veririz.
Türkiye açısından Avrupadaki gelişmelerin anlamı
Bu yeni dönem, Avrupa Parlamentosunda hem aşırı grupların güçlenmesi hem de Türkiyenin iç meselelerle fazlasıyla meşgul olarak Avrupadaki gelişmeleri idrak edememesi nedeniyle dikkatli yönetilmesi gereken bir süreç. Sorunun sadece aşırı gruplar olmadığını aynı zamanda ana akım partiler içinde de Türkiye ile ilgili tartışmaların farklı bir yöne savrulduğunun farkında olmalıyız.
Yakın zamana kadar Türkiyenin üyeliğine karşı gerekçelerini din/kültür/coğrafya gibi zayıf gerekçeler üzerine kuran Avrupanın aşırı grupları, şüphecileri, Türkiye karşıtları 2008/2009dan bu yana söylemlerini değiştirdiler. Öok daha güçlü bir gerekçe olan demokrasi sorunlarını kullanmaya başladılar. Türkiyede her geçen gün artan anti-demokratik gelişmeler Türkiye karşıtlarının işini kolaylaştırırken Türkiye yanlısı siyasetçileri de yalnızlaştırdı. Türkiyenin üyeliğine geleneksel olarak partiler üstü bir desteğin olduğu ülkelerden İspanyol, Portekizli, İngiliz, İsveçli siyasetçilerden her geçen gün artan oranda aynı şikayeti duyuyoruz: Türkiyede olanlar bizi Türkiyenin üyeliğini savunamaz duruma düşürüyor.Türkiyenin üyeliğini destekleyenler mevcut hükümet ile Türkiye toplumu arasındaki ayrımı daha net bir biçimde ortaya koymaya başladılar. Türkiyenin üyeliğini gönülden destekleyen bu siyasilerin Türkiye karşıtlarına Türkiyedeki dinamik toplumu işaret ettiklerine ve giderek otoriterleşen hükümetin Türkiyeyi tanımlamakta tek belirleyici olmayacağını söylediklerine de sıkça tanık oluyorum.
CHP, tarihi rolünün bilinciyle, Brükselde Avrupa Birliği Temsilciliği kurarak Avrupada demokratik Türkiyeyi destekleyenlerle çalışmayı sürdürüyor. Brükselde Türkiyeden gelerek etkinliklere katılan parti temsilcilerimizin emeklerinde, AB kurumları nezdindeki girişim, yasa ve siyaset önerilerimizde, kamuoyu oluşturma çalışmalarımızda, Türkçe/İngilizce Avrupa Birliği yayınlarımızda CHPnin bu girişimlerinin yansımaları görülebilir.
Bu yeni dönemde ülke olarak acilen yapmamız gerekenleri şu şekilde özetlemek mümkün: Türk kurumları Avrupalı platformlarda, Avrupalı paydaşlar olarak etkili olmalı. ETUC üyesi olan sendikalarımız, Business Europe üyesi TüSİAD ve TİSK, Eurochambres üyesi TOBB, UEAPME üyesi Türkonfed ve Avrupa Sosyalist Partisi PESin üyesi CHP ve BDP gibi kurumlarımızın Avrupalı platformlardaki etkinliği ve derinliği önemli. Ancak bu kurumların, ciddi bir demokratik açığı kalmamış, reformlarda hızla ilerleyen, toplumsal mutabakatı tekrar sağlamış bir Türkiyenin varlığında etkili olabileceği unutulmamalı.
Avrupa Parlamentosu ile ilişkiler yeniden yapılandırılmalı. Avrupa Parlamentosu ile ilişkileri istişare ile görevli bir komisyonun ötesinde kurumsallaştırmak gerekiyor. 2009-2014 döneminde TBMM-AP Karma Parlamento Komisyonu çalışmaları partizanlaşmış ve verimsiz geçmiştir Türkiyenin AB üyelik müzakere başlıklarına paralel olarak TBMM ve APdeki ilgili komisyonlar arasında doğrudan işbirliği bağları tesis edilmelidir: Örneğin adalet, çevre, finans, içişleri, enerji…
Türkiyede müzakerelerin yönetim modeli yenilenmeli. Meclisteki AB Uyum Komisyonunun işlevinde değişikliğe gidilerek çoğulcu bir sistem kurulmalı. Daha önce mecliste CHPnin önerdiği gibi yalnızca siyasetçilerden oluşmayan geniş tabanlı, çoğulcu bir Ulusal Komite kurulabilir.
Türkiyede yeni bir Avrupa hareketi yaratılmalı. Bugün Avrupa fikrine en fazla sahip çıkılması gereken, Türkiyenin içinde bulunduğu otoriterleşme sürecinin de çözümünün daha fazla Avrupa, daha fazla demokrasi olduğunun bilinciyle yeni girişimler tasarlanmalı. Özellikle medya, sivil toplum ve akademi odaklı ve somut temelli bir hareketlenmeye gereksinim var.
Hem Avrupalı değerlerin yeni ülkelere taşınması hem de yeni bir Batının inşası için tarihi bir dönemeçteyiz. Avrupada yıllardır gelişen Öemberler Avrupası tartışmaları yakından takip edilmeli ve katkı verilmeli. Euro bölgesinin çekirdek, geniş bir ABnin ise esas çemberi oluşturacağı bir yeni Avrupa düzeni Türkiye açısından belirleyici bir etken olacak. Değişen ve yenilenen bir Avrupanın içinde güçlü bir Türkiye olarak yer almanın yolu da bu yeni olanın içeriğini belirleyecek tartışmalara etkili bir katkı vermekten geçiyor.
Kader Sevinç, Yurt Gazetesi
___________________________________________________________
Yazı ayrıca AB haber ağı Euractiv ve Avrupa Gazetesi tarafından yayımlanmıştır:
http://web.archive.org/web/20150316231337/http://www.euractiv.com.tr/ab-ve-turkiye/analyze/kader-sevinc-avrupa-mi-batiyor-turkiyede-bilgi-temelli-dusunce-mi-029885
Commentaires