St Luc Hastanesi, Brüksel
İnsan hayatta kendisini neyin, nasıl ve ne zaman beklediğini bilemiyor… Bir bahar günü, 2011’de tiroid kanseri olduğumu öğrenmem de böyle beklenmedik bir anda ve biçimde oldu.
O yaz TBMM seçimlerinden hemen önce iyice artan yorgunluk ve malum bir dizi şikayet nedeniyle Türkiye’de bir “check up” yaptırdım. İlgili doktorlar arkadaşımdı. Testlerin sonucunda herhangi bir şeye ulaşamadılar. Ben de son dönemdeki yoğun çalışmalara yordum şikayetlerimi fakat bir şeylerin ters gittiğini hissediyordum.
Brüksel’de teşhisin konulmasından ve ameliyata alınmamdan önce Türkiye’ye son seyahatimde epeyce zorlandım, bu şikayetlerimin artması nedeniyle.
Bu sırada bir seyahat sırasında bir SPA’ya gittim, hem de hiç hesapta yokken, aniden girdim. Çok az İngilizce bilen bir Çinli kadın ilgilendi benimle. Ben ayrılırken endişeliydi. Anlam veremedim. Bana “Sizin çok ciddi bir sağlık sorununuz var. Bu tiroid ile bağlantılı fakat ileri bir noktada. Acilen hastaneye gidin…” dedi. Söylediklerini çok ciddiye almadığımı farketmiş olmalı ki, dönüp ısrarla bir kaç kez, “Hastaneye gidin hanımefendi, hastaneye gidin, önemli…” dedi.
Seyahatten dönüşte iyice yorgundum, soğuk algınlığına yakalanmıştım. İlaçlarla biraz iyileşir gibiyken tekrar çöktüm. Bunun üzerine buradaki yakın bir doktor arkadaşıma gittim. Bünyemi güçlendirecek bir şeyler yapmasını umuyordum.
Bana büyük olasılıkla bağışıklık sistemimin çöktüğünü söyledi. Sonra Çinli kadının söyledikleri aklıma geldi, sohbet ederken öylesine söyledim. Şaşırdı, “Tiroide bakmamız gerek. Kan testinde bakacaktım ama emin olmak için radyoloji testini de hemen bugün yaptıralım” dedi. Biraz yüzümü buruşturdum testler ve hastanede zaman geçirmeyi duyunca, “Peki o zaman en hızlı nasıl yaparız?” dedim. Onun arkadaşı radyoloji uzmanından hızlı bir randevu alındı. Henüz bunun her şeyin başlangıcı olduğunu bilmiyordum o sırada.
Böylece biri büyükçe , altı tane tümör tespit edildi. Sonrası malum. Ameliyat kararı ve tedavi.
Türkiye seçime giderken, ben de hastaneye gittim…
Teşhisten itibaren çok rahattım. Hatta ameliyatımı yapan doktor, “Yeni bir uygulama olacak, henüz yayımlamadık. Kabul ederseniz sizde uygulamak istiyorum sizin durumunuz için uygun bir yöntem” diyerek hipnoz ile ameliyatı önerdiğinde gülümsedim, “İlginç olabilir, neden olmasın” dedim. Sorduğum sorulara da tatminkar yanıtlar alınca 2 saatı aşkın süren ameliyatımı hipnozla anestezi altında yapıldı.
Tiroid bezlerim tamamen alındı, bundan sonra sürekli kullanacağım ilacıma ve radyoaktif iyot tedavi sürecine başladım.
Çevremdeki dostlarım tedavinin izolasyon altında yapılması, yoğun radyoaktif madde alıyor olmamdan çok endişelendiler. Bense olaya başka bir açıdan bakmaya, biraz kendimle başbaşa kalacağım zorunlu bir tatil olarak görmeye çalıştım. Bu süreçte ailem ve dostlarımın desteği çok değerliydi.
Hastane odasında, özellikle de o radyoaktif ilacı aldıktan sonra size kimsenin yaklaşamadığı türden bir izolasyon altındayken çokça düşünme imkanınız oluyor. Yaptıklarımı ve yapmak istediklerimi düşündüm… Hayaller kurdum…
O hastane odasından bu iki proje çıktı:
Turkish Coffee Briefings
Türk Kahvesi Brifingleri, Brüksel
Sınıf 1B
İlki, Türk kahvesi ve lokum eşliğinde sohbet şeklinde tasarlanmış, AB kurumlarına yönelik bir tartışma platformu, düşünce kuruluşu. Brüksel’de popülerliği artıyor.
İkincisi, Brüksel’de yaşayan Türk kökenli, dar gelirli ailelelerin 6-14 yaş aralığındaki çocuklarına yönelik bir eğitim ve koçluk projesi. Onlara farklı bir pencere açma girişimi. Çocuklarla neler neler yapmadık ki… Fotoğraflarımın arasında her ikisinin de fotoğraf albümlerini bulabilirsiniz.
Bu iki proje de anafikirleri hep aklımda olmuş ancak, enerjimi yoğunlaştırıp başalatamadığım, zaman yaratıp üzerine düşünemediğim projelerdi. Hastane odası bana bu zamanı ve yoğunlaşma imkanı vermişti sanırım.
Kanseri adı gibi ürkütücü biçimde yaşamadım, tiroid kanseri de insanın başına gelebilecek en iyisi. Bu süreçte tiroid kanserini ve etrafındaki konuları oldukça okudum. Bugün hem benim, hem de tedavimi üstlenen doktorumun kanaati belirleyici sebebin Çernobil patlaması olduğu yönünde. 1986 yılında Samsun’da, Türkiye’nin patlamadan en çok etkilenen bölgelerden birinde yaşıyorduk ve bizleri korumak için yetkililerce hiç bir önlem alınmamıştı. Tiroid kanserinin açıklanabilen tek sebebi olan “yoğun radyoaktiviteye maruz kalma”nın hayatımın başka hiç bir döneminde çocukluğumun o dönemindekinden daha yüksek olma ihtimali olduğunu sanmıyorum.
Bu süreç beni öteden beri takipçisi olduğum ve duyarlı olduğum nükleer ve Çernobil konusunda bir aktivist haline de getirdi. Bugün sosyal medya ve diğer çalışmalarım kanalıyla Türkiye’de bu kampanyalara destek verirken Brüksel’de de imkan bulduğum her platformda bunu gündeme taşıyorum…
Dilerim ki, bu tedavi süreci tamamlanıp hayatımın bundan sonrasında tekrar ortaya çıkmamak üzere onunla vedalaşacağım. Ancak, bu süreçte yaşadıklarımın da önemli bir anlamı olduğu için ona kızamıyorum. İnsan hayatta kendisini neyin, nasıl ve ne zaman beklediğini bilemiyor…
Kader
Ağustos 2012
Comments