Kader Sevinç, Brüksel
AB'nin bir zamanlar Nabucco doğalgaz boru-hattı projesi vardı hatırlar mısınız?
Bu proje sayesinde hem AB enerjide Rusya'ya bağımlılığını azaltacaktı hem Macaristan, Bulgaristan, Romanya gibi yeni üye, Türkiye gibi müstakbel üye ülkeler de birlik ile daha güçlü bağlar kuracaktı.
İlginç ayrıntı ise,
Merkel'den önceki iktidarın iki çok önemli ismi Alman Şansölyesi Schröder ve Alman Dışişleri Bakanı Fisher bu kez lobici olarak sahnedeydi.
Biri Rus enerji devi Gazprom'un maaşlı lobicisi olarak Rusya adına çalışırken öbürü Nabucco adına lobi yapıyordu.
Sonuçta Schröder destekli Rusların diplomasisi ve siyaseti başarılı olmuş olacak. Nabucco rafa kalktı.
Söz konusu ülkeler Macaristan, Türkiye AB değerlerinden kopup, otoriter rejim olmaya sürüklendi. Çiçeği burnunda iki üye ülkede de sıkça alevlenen bu eğilimler güçlendi.
Bu sırada Avrupa'nın Rusya'ya enerji bağımlılığı da hiç olmadığı kadar artarken, Macar Başbakanı Orban "Putin benim rol modelim" demekten çekinmez hale geldi. Keza Erdoğan da öyleydi onun için.
Elbette Nabucco bu olaylarla tek belirleyici değilse de önemli bir kırılma noktasıdır.
Verdi'nin Nabucco operası bir trajediyi konu eder.
Doğalgaz boru-hattına bu trajedinin adının verilmesi de manidardır çünkü gerçekten de AB siyaseti, demokrasisi, diplomasisi için bir tradejiye dönüştü nihayetinde.
AB içinde de enerji alanı her düzeyde Almanlara emanet gibiydi.
Almanya'da Şansölyelik makamının uzun yıllar Angela Merkel'e teslim edildiği yıllardan bahsediyoruz.
AB içinde, dış politika ve enerjide Almanya'nın (ama en çok da Hristiyan Demokrat Almanya'nın) etki gücünün sistematik biçimde arttığı, Brexit ile katlandığı bir dönem.
Macaristan ve Türkiye otoriter tek adam rejimlerine sürüklenirken, Putin etki ve güç alanını genişletirken, Kırım’ı işgal ederken Merkel'in AB liderlerinin önünde yürüdüğü bir dönemdi.
Orban'ın ülkesinde uyguladığı antidemokratik politika nedeniyle AB'yi kasıp kavurduğu ama Merkel'in partisinden Avrupa Parlamentosu milletvekillerinin (ki muhafazakar sağ EPP gruptaki en güçlü milletvekili grubudur) koruması altındaki Orban bu sürede rahatça otoriterleşti.
Muhafazakar sağ grup EPP'den Merkel'in milletvekillerinin desteği, koruması sayesinde atılmayan, otoriterleşmesinin önüne geçilmeyen Orban, rol modeli Putin'in izinden gitmeyi, Erdoğan'ı da kopyalamayı ihmal etmedi
Sonuçta 3 otoriter liderin AB içindeki ortak, kilit noktaları Merkel'di
Merkel daha 2005'te Şansölye olur olmaz Türkiye'nin AB ile müzakerelere başlamasını takiben, Alman Hristiyan Demokrat politikasını sessizce değiştirerek "Türkiye'nin nüfusu müslüman bu yüzden AB üyesi olamaz" demekten vazgeçerek Erdoğan'ın antidemokratik politikalarını destekledi.
Merkel'in emin olduğu birşey vardı.
Erdoğan'ın politikalarını yeterli bir süre desteklemek, Türkiye'nin AB üyeliğine, Hristiyan Demokrat argümanlarla karşı çıkmaktan çok daha iyiydi.
Bence Merkel bile bu stratejinin Erdoğan üzerinde bu kadar başarılı olacağını beklememişti.
AB'nin lideri, AB kurumlarının tepesindeki ve köşebaşlarındaki isimleri ve hatta AB büyükelçilerini belirleyen isim haline gelen Merkel, en çok bu üç otoriter liderle Erdoğan, Putin ve Orban ile kurduğu "yakın" ilişkilerle dönemine damga vurdu bana kalırsa.
Merkel'den geriye onlarla bu neşeli pozları ve Avrupa savaşın ortasında kalmış bir AB, Rusya'ya bağımlılığıyla berbat bir duruma düşen birlik, öfkeli ve öngörülemez hale gelen bir Putin, Türkiye'nin tepetaklak olmuş demokrasisi, AB içinde truva atı pozisyonuna gelmiş Orban kaldı.
コメント