Kader Sevinç’in Yurt Gazetesi’ndeki Brükselâme köşesindeki Kıbrıs’ı ele alan yeni yazısını aşağıda okuyabilirsiniz. Fotoğraf Kıbrıslı Türklerin durumuna dikkat çekmek için Brüksel’de düzenlenen eylemden, pankartlarda “Unutulmuş AB vatandaşları: Kıbrıslı Türkler” ve “Var mıyız?” yazıyor.
Avrupa’nın gündeminde konu ne olursa olsun, küresel rekabet hep kaçınılmaz bir boyuttur. Dünya düzeninde ekonomik ve siyasal güç bahsi, Avrupa gündemini sürekli belirler, derinleştirir, çeşitlendirir.. AB’nin yeni üyelere genişleme politikası ve Türkiye bu gündem konularından yalnızca biri. Türkiye’de bazen sanıldığı gibi önplanda bir konu da değil çünkü Ankara küresel gündemden genelde kopuk, dolayısı ile AB üzerinde de baskı, derinleştirme ve çeşitlendirme etkisinden yoksun.
Bir süredir, Brüksel’de Türkiye ile bağlantılı konular çamaşır ipine mandallanmış gibi rüzgârlara açık, oldukları yerde asılı sallanıyorlar. Son yıllarda en sert rüzgârlar, Türkiye’deki demokratik gerileme konusunda esti. Ayrıca gümrük birliğinin güncellenmesi, AB ve ABD arasındaki Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı (TTIP) müzakerelerinin Türkiye’ye etkisi, vize serbestîsi görüşmeleri, dış politikada işbirliğinin sağlanması, Ortadoğu’dan Batı’ya Türkiye’den mülteci geçişi gibi birçok konu gündemde. . . Tabii yılların değişmez konusu Kıbrıs da zamana meydan okuyor, asılı olduğu ipte.
Kıbrıs’ın mandalları
Bir zamanların Kıbrıs “barış projesi” AB’nin başını öne eğen kötü entegrasyon örneğine dönüştü. Daha da kötüsü, Kıbrıs kangreni hem AB’nin Türkiye ile ilişkilerini tıkıyor, hem de her iki tarafın da demokrasisini zehirliyor. AB süreci, her ülke için olduğu gibi, Türkiye’de de ekonomik ortamın, sosyal kalkınmanın ve temel hak ve özgürlüklerin ilerlemesi için çok önemli bir etkendir. Kıbrıs yüzünden tıkanan ilişkiler, Ankara’daki anti-demokrat, etik dışı ve içine kapanmacı dürtüleri siyasete iyice egemen kıldı. Sadece Türkiye değil tüm Avrupa’nın değer ve çıkarları için kötü oldu. Nobel ödüllü eski Finlandiya Cumhurbaşkanı Ahtisaari önderliğinde kıdemli Avrupa siyasetçilerinin geçen ay yayınladıkları açık mektup da bu çelişkiye dikkat çekiyordu, özetle: “Güney Kıbrıs AB sürecinde Türkiye’yi veto ederek aslında kendine ve AB’ye zarar veriyor. Demokrasi başta olmak üzere her alanda AB’den dışlanan bir Türkiye kimsenin yararına değil.”
Diğer tarafta, Brüksel’de Güney Kıbrıslı Avrupa parlamenterleri, Annan Planı’nın reddinden sonra, Türkiye karşıtı kampanya ile geçirdikleri ikinci AB yasama döneminin sonunda içeriksiz, amaçsız, Avrupa’nın gündeminden iyice kopmuş buldular kendilerini. Bunun doğal bir sonucu olarak AB içinde de bıkkınlık ve antipati yarattılar. Bazıları bunun özeleştirisini yaparken, çözüme yönelik girişimlerini de bir süredir hızlandırdılar. Bu kesimin çaresizliği G.Kıbrıslı bir siyasetçi ile yakın zaman önce fikir alışverişimiz sırasında söylediği şu sözlere yansıyor:
“Kıbrıs’ta çözüm için elimizden geleni yapmalıyız. Bu herkese kazandıran bir çözüm olmalı. Anastadies’e kişisel olarak çok güvenim yok. Hem hakkındaki ciddi yolsuzluk iddiaları, Ruslarla ilişkileri nedeniyle hem de inişli çıkışlı kişiliği sebebiyle. Bunlara rağmen Annan Planı’nda olduğu gibi çözümden yana çalışacağına inanıyorum. Mustafa Akıncı ilerici biri, o da çözüm için samimiyetle çalışacaktır. Önemli bir fırsat. Burada mesele Türk-Grek olmanın ötesinde bir Kıbrıslılık kimliği mücadelesidir. Hem Akıncı hem Anastadies iyi Kıbrıslılardır. Bunu her şeyden daha çok önemsiyorum.”
Bu ortamda KKTC’deki son seçimler bir öncekinden de önemli bir hal almıştı. Adanın iki tarafında bir türlü tutturulamayan çözüme yönelik harekete geçme gücünün Akıncı’nın seçilmesiyle bu kez bir noktada buluşması beklentisi çok arttı. Kıbrıs konusunun tartışıldığı her ortamda kullanılan İngilizce deyim “tango yapmak için iki kişi lazım” belki de bu kez yerini bulacak. Dışişleri Bakanı Özdil Nami’nin müzakerecilik görevine de gelmesi Kuzey Kıbrıs’ı Avrupa’da güçlendirdi.
Tangonun koreografisi
KKTC’deki Cumhurbaşkanlığı seçimleri de Güney Kıbrıs’ın bir çıkış yolu aradığı döneme denk geldi. Hem Avrupa’daki dışlanmışlığını kırmak hem de havayollarından bankalarına ve kurumlarına kadar çökmüş olan Güney Kıbrıs’a yeni bir itici güç getirmek için de önemli bir fırsattı seçimler. Tam da aradıkları ve istedikleri oldu. Mustafa Akıncı KKTC Cumhurbaşkanı seçilir seçilmez medya üzerinden yaşanan tartışma Türkiye’yi istenen kadraja oturttu.
Brüksel’de 2004’te yapılan Annan Planı referandumundan sonra yaşadığı hayal kırıklığı sonucunda Türkiye’nin Kıbrıs’ta çözüme enerji harcamadığına dair oluşan güçlü kanı hükümetin petrol aramaya başlayacağını duyuran Kıbrıs Rum Kesimi’ne savaş gemilerine tatbikat yaptırıp, “donanmamız bunun için var” ve “KKTC’yi Türkiye’ye bağlayabiliriz” açıklamalarıyla daha da sağlamlaştı. Ayrıca Kıbrıs’taki müzakerelerin kesilmesi öncesi ve sonrasında G.Kıbrıs tarafının Türkiye ile temas arayışlarının sonuçsuz kaldığı da Brüksel’de seslendirilmişti. Tabii bir önemli sorun da Ankara’da hükümetin 2007 seçimlerine “halkın bir de milliyetçilik duygularını sömürelim” anlayışı ile girmesi oldu. Türkiye 2004 sonrası hem AB sürecinde, hem de Kıbrıs konusunda avantajı eline geçirmişken, bunu AB ile gümrük birliğini Kıbrıs’a da uygulama konusunda verdiği sözü tutmadı. Türkiye karşıtlarına hediye verdi.
Türkiye kendini ayağından vururken neleri unuttu? “Tüm ada adına Güney Kıbrıs’ın AB’ye tam üye olması garabetinin onbirinci yılını idrak ediyoruz., Kıbrıslı Türklerin ambargo altında yaşamlarına devam etmeleri, AB’nin doğrudan ticaret tüzüğünün Nikosia tarafından vetosu, mali yardımların da sekteye uğratılmış olması, AB’ye tam üye olarak kabul edilen “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin resmi dillerinden biri olan Türkçenin AB resmi dili olarak kabul edilmemiş olması, Avrupa Parlamentosu’ndaki Kıbrıslı Türklere ait koltukların hala işgal altında olması, gözlemci üyeliklerinin dahi engellenmesi… Bütün bu meselelerde Türkiye tehditkâr -ve öyle olmakla kalan– günübirlik açıklamaları ve hareketsizlik politikası dışında maalesef hiç bir şey yapmadı. İç siyasette ne ise üslup, dış politikayı da aşağıya çekti. Üstelik Güney Kıbrıs’a Avrupa’da güven zayıflamışken alan boş bırakıldı. Annan Planı sürecinde Güney Kıbrıs’ın ihaneti, Papadopulos’un karanlık ilişkileri, Euro krizinde ortaya çıkan vahim yolsuzluklar, Rus oligarkları ile Güney Kıbrıs bankaları arasındaki bulanık ilişkiler gibi birçok etkeni Ankara pas geçti. Konunun uluslararası alanda iletişiminde de yenildi. Haklı olduğu alanları anlatamadı.Hatta Ankara Kıbrıs meselesinde ülkeyi hapsettiği çemberin çizgilerini daha da kalınlaştırdı. İşine geldi AB sürecinin demokrasi ve sosyal kalkınma etkisinden uzak durmak. AB’deki bazı Türkiye karşıtları ile işbirlikçiliktir bunun tercümesi.
Önümüzdeki dönemde Kıbrıs ve Türkiye’nin AB katılım müzakerelerinde çok kritik bir sürecin içinden geçiyor olacağız. Gümrük birliği ek protokolünü G.Kıbrıs’a genişleterek 1998 yılına kadar açık olan liman ve havalimanlarını takvime ve müzakerelerde ilerlemeye dayalı koşullarla açmak, ”cihanda sulh” için örnek olacak bir uluslararası bir kampanyayı Kıbrıslı Türkleri de destekleyerek yürütmek gibi bütün araçlar seferber edilmelidir. Bu süreçte Türkiye’nin Kıbrıs’ta yenilenmiş, barışçı, Avrupalı bir söylem ve stratejiyle hareket etmesi elzem. Belki son yıllarda Türkiye’yi hem Batı, hem de Doğu’da sevimsiz ve de başarısız kılan Ortadoğulu politikaların kısır döngüsünden çıkarmak için de Kıbrıs bir fırsat olur.
Yılların kısır döngüsü Kıbrıs meselesi hep kendi boyutlarının ötesinde Türkiye’yi olumsuz etkiledi, dünya düzeninde aşağıya çekti. Kıbrıs’ta çözüm de simetrik olarak Türkiye’yi adada çözüm sonucunun çok ötesinde olumlu bir şekilde dünya rekabet ortamında güçlendirir. Türk halkı kazanır. Dünya siyaset ve ekonomisinde rüzgârlar sertleşirken, artık Kıbrıs’ı asılı olduğu ipten toplama zamanı geldi. Yeter ki mandalları herkes aynı anda çıkarsın.
Yurt Gazetesi, Brükselnâme, 03 Mayıs 2015
Kader Sevinç
PES (Avrupa Sosyalistler ve Demokratlar Partisi) Yönetim Kurulu Üyesi
CHP Avrupa Birliği Temsilcisi – Brüksel
kadersevinc@gmail.com
Comments