top of page
  • Writer's pictureKader Sevinc

Yeni yazı: “Otoriter liderin dünyası: Orwell mi? Huxley mi?”


Kader Sevinç*, Yurt Gazetesi

Soğuk savaş sonrasının demokrasi dalgaları yavaşladı mı? Kısmen. Dünyada otoriterleşen siyasal rejimler dalgası da hissediliyor. Bazı ülkeler demokrasi, bazıları otoriter rejim dalgasında sörf yapıyor. Bazıları ise birinden ötekine atlıyor. Uluslararası siyasal, ekonomik ve akademik toplantılarda konu gündeme gelince, Türkiye de bahis konusu oluyor artık. Rusya/Putin, Türkiye/Erdoğan ve Macaristan/Orban üçlüsü sıkça beraber anılıyor. Zaten Orban rol modeli olarak diğer iki ismi açıklamıştı. Tabii Çin, Mısır, Nijerya ve Endonezya gibi demokrasi tanım ve kültürleri farklı boyutlarda bocalayan birçok başka örnek var.

Güncel olanı anlamak için mesafe almak iyi olur. Bu amaçla, ilginç bir yöntem, geçmişin kurgu-bilim romanlarındaki siyaset senaryolarına bakmak olabilir. George Orwell’in “1984” ve Aldous Huxley’in “Cesur Yeni Dünya”sı. Otoriterleşme, kitle iletişim araçlarının kontrolü ve kapitalist sistemin toplum ve birey üzerinde oluşturduğu baskı tartışmalarında, Orwell ve Huxley sıkça atıf konusu olur. Soru, bugün yaşananların aslında hangisinin haklılığını kanıtladığıdır genellikle.

1984 tarihi belli olmayan ileri bir zamanda, karanlık ve baskıcı totaliter rejim kâbusudur. Cesur Yeni Dünya ise 26. yüzyılda ileri teknoloji ve refah içinde fakat aslında tek merkezden yönlendirilen bireysiz, değersiz bir mekanik haz toplumudur. Orwell romanını 1949’da, Huxley 1931’de yazdı. İlki Hitler’den hemen sonra, diğeri hemen önce. Günümüzde toplumlarımız o dönemlere göre daha karmaşık. Otoriter lider kimliği de farklı. Bugünün otoriterleri toplumlarını Orwell veya Huxley’in de düşündüğünden çok daha donanımlı ve markalı bir siyasal pazarlama ve muktedirlikle yönetiyorlar. Muhaliflerine karşı nefret içinde olan otoriterler, taraftarları için baskıcı bir görüntü vermeden, onların maddi ve manevi beklentilerini siyasal ranta dönüştüren bir yöntem izliyorlar.

1984 mü? Cesur Yeni Dünya mı?

Peki, Orwell mi, Huxley mi? Hangisi bugüne daha fazla ışık tutuyor? Bence her ikisinin de günümüze izdüşümleri var. Tabii bunlar toplumsal eğilimler. Kuzey Kore dışında henüz mutlak totaliter sistem yok. Bunca yıllık demokrasi tarihi birikimi ve sınırlar ötesi boyutta gelişen bilgi toplumu çağı buna izin vermez. Yine de eğilimler baskın çıktıkça, birçok kuşak zarar görüyor. İnsanlar ve kurumlar yaratıcılıklarından, özgürlüklerinden, refahlarından yitiriyor. Geleceklerisisleniyor.

Orwell 1984’de kitapların yasaklanmasından korkuyordu. Huxley ise içeriklerin çeşitli olmasına karşın bireyin talebinin ve okuma isteğinin az olduğu bir toplum yaratılmasından. Bugün hem kitaplar hala yasaklanıyor, hem de önemli bir toplum kesiminde okuma oranı ve içeriklere olan talep düşüyor. Otoriterler muhalif kesiminin yayınlarını 1984’teki gibi baskıyla ve yasaklarla engellemeye çalışırken, kendi taraftarlarını ise o bilgiyi talep etmeyecekleri şekilde kuşatıyor. Çevrelerindeki kolay erişecekleri bilgi kaynaklarını iyi bir denetim altında tutmaları; zihinleri oyalayabilecek kadar iyi, eğlenceli içerikleri kendi taraftarları için erişilebilir kılmaları yeterli oluyor bunun için.

Orwell 1984’te bilgiye erişimin sınırlanmasından korkarken, Huxley Cesur Yeni Dünya’da tüketebileceğimizden fazla ve gereksiz bilgiye boğulmak tehlikesine odaklanıyor. Günümüzde otoriter siyaset deneyimden geçen toplumlar için her iki uygulama da devrede. Muhaliflerin takip ettikleri siteler kapatılıp, interneti onların sıkça kullandığı sözcüklerle filtreleyip, bilgiye erişim üzerinde belli bilgi kaynakları, kişi ve gruplar temelinde yoğun devlet denetimi ve engeli getiriliyor. Diğer taraftan rejim kendisini destekleyen kitleleri belli haber ve bilgi kaynaklarına yönlendirerek ve istenen amaca yönelik, çoğu kez saptırılmış bilgiyle, duygu ve algıyı ilk elden biçimlendiriyor. Çok yoğun içerik ve bilgi yığılması yaratarak taraftarlarının başka bir bilgi kaynağına yönelme ihtiyacının da önü kesiliyor. Onları pasifve egoist hale getiriyorlar.

Orwell bilginin gizlenmesinden kaygı duyuyor. Huxley bilginin ilgisiz birçok başka gelişme ve bilgi arasında kaybolması riskine işaret ediyor. Doğru bilgi devlet eliyle gizleniyor, çarpıtılıyor, yasaklanabiliyor. Eşzamanlı olarak, çok sayıda yapay içerik ve eğlendirici ile taraftarların ilgisi dağıtılıyor. Bu ortamda artık hırsızlık bile, otoriter liderin kendi kitlesinin gözüne kabul edilebilir bir kabahat değerinde görünmeye başlıyor; suç değil.

Orwell 1984’te baskı kültürü altında zihinsel, duygusal ve ruhsal tutukluluğu anlatıyor. Bedensel tutukluluk korkusunu da. Huxley Cesur Yeni Dünya’da yüzeysel, değersiz işlerle zaman yitirme kültürünün hâkim olacağını savunuyor. Sosyal medya aktivizmi ile tatmin olan ve bunu gerçek yaşamda bir etki yaratacak eyleme dönüştürme ihtiyacı duymayan muhalifler gibi, taraftarlar da düşük nitelikli televizyon dizileri, yarışmalar ve “reality-show”lar ile teslim oluyorlar otoriterlerin düzenine. AVM’lerde ve her yerde ücretsiz eğlenceli etkinlikler sunularak taraftarın taraftarlığı pekiştirilirken, aslında sunulanın kendi sırtından kazanılanın çok küçük bir bölümü olduğu gerçeği gözlerden kaçırılıyor. Muhalifler ise polis şiddetiyle, ölümle burun buruna yaşayıp, yargı niteliğini yitirmiş kurgularla savunma hakları bile ellerinden alınarak yıllarca hapishanelerde yatıyorlar. O aşamaya gelmeyenler ise, kamu görevlerinde, iş yaşamlarında, şirketlerinde, orta ve küçük ölçekli yerleşim bölgelerinde sosyal yaşamlarında zarar görüyorlar. Geride kalanlar da böylece sindiriliyor.

Derin yüzeysellik

Özetle, Orwell bizi nefret ettiğimiz şiddet ve gücün mahvedeceğine işaret ediyor. Huxley ise sevdiğimiz ve vazgeçemediğimiz alışkanlıklarımızın sonumuz olacağı konusunda uyarıyor bizi. Demokratik itiraz ve gösteri hakkını kullanırken polis şiddetine maruz kalan muhaliflerin öykülerine, kendisi gibi olan milyonlarcasına sunulmuş hazır bir haber paketinden elindeki son model telefon ile göz atıp, tüm muhalifler aleyhine bir küfür yazıp gönder tuşuna basan, ardından da yine o telefonda Facebook’ta oynadığı oyuna şefi onu uyarana kadar büyük bağlılıkla devam eden taraftar da bize bunu söylemiyor mu?

Ya da o taraftara muhalif olup da, o tarafla ilişkilendirdiği her konuya, olumlu bir gelişme bile olsa sosyal medyada “like” ya da “retweet” yaparak “tepki koyan” muhalif de aynı girdaba düşmüyor mu? Günümüzde demokrasi denizi çok dalgalı.

*PES Yönetim Kurulu Üyesi (Avrupa Sosyalistler ve Demokratlar Partisi) CHP Avrupa Birliği Temsilcisi – Brüksel

Yurt Gazetesi / Brükselname

1 view

Comments


bottom of page