Paris’ te Sosyalist Enternasyonal Konseyi’ndeydik
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Genel Başkan Yrd Oğuz Oyan, PM Üyesi Gülsün Bilgehan, CHP AB Temsilcisi ve PES YK Üyesi Kader Sevinç
Paris’te düzenlenen Sosyalist Enternasyonal Konseyi’ne CHP heyeti olarak katıldık. Bir çok ikili görüşme, Fransız Parlamentosu ve Senatosu’nu, Fransız Sosyalist Partisi’ni de içine alan geniş bir programımız vardı.
Sosyalist Enternasyonal Konseyi’nde Genel Başkanımız Sayın Kemal Kılıçdaroğlu Küresel Ekonomi üzerine bir konuşma yaptı. Daha önce Twitter (@KaderSevinc_CHP ) üzerinden ayrıntılarını daha önce paylaştığım konseyde Genel Başkanımızın konuşmasını sizlerle aşağıda paylaşıyorum. Görüşlerinizi yorum bölümüne ya da kadersevinc@gmail.com ‘a yazmanız dileğiyle..
KÜRESEL EKONOMİ ve TÜRKİYE
Sosyalist Enternasyonal Konseyi’nde Sayın Kemal Kılıçdaroğlu konuşma yaptı.
Sosyalist Enternasyonal Konseyi’nin değerli başkan ve üyeleri, hepinizi ülkem ve Cumhuriyet Halk Partisi adına saygıyla selamlarım. Size partimin başkanı olarak ilk kez hitap etmekten onur duymaktayım.
Bu toplantının gerçekleştiği tarih dilimi, dünyada hem siyasi hem ekonomik hem de çevresel düzlemlerde önemli değişimlerin olduğu, küresel ekonomide bir kırılma ve yeniden yapılanma sürecinden geçildiği bir momentuma denk gelmektedir. Bu bakımdan bu toplantıda yapılacak tartışmaların, ikili görüşmelerin ve çıkacak sonuç bildirgesinin de aynı derecede önemli olacağını düşünüyorum.
Küresel ekonomi 2007’den başlamak üzere önemli bir kriz sürecinden geçmektedir. Henüz krizin artçı dalgaları tamamen atlatılmış değildir. Yükselen ekonomilerde kriz öncesine dönüşler olmakla birlikte, krizin çıkış ülkesi olan ABD’de ve diğer gelişmiş ülkelerde ekonomik toparlanma henüz genellikle zayıftır ve gelecek beklentileri tam olarak iyimserliğe dönmüş değildir.
Hepimizin bildiği gibi, 2000’li yıllarda ABD’den başlamak üzere ortaya çıkan aşırı finansallaşma eğilimleri, sonuçta üretim ile finansal işlemler arasındaki bağlantıyı kopardı, kırılgan ekonomik ve mali yapılar oluşturdu. Sonuçta bu finansal şişkinlik 2007’den itibaren bir mali krize neden oldu ve bunun etkileri hala sürmekte. Mali kriz, Mart 2009’a kadarki dönemde sıcak para akımlarının gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş ülkelere geri dönmesine yol açtı; bu ters akımın etkisiyle bu ülkelerin paraları, döviz karşısında hızla değer yitirdi. Ancak metropol ülkelerdeki sıfıra yakın faizli likidite, Mart 2009 sonrasında hızla çevre ekonomilerine geri aktı. Bu defa bu ülkelerin, Çin hariç, ulusal paraları aşırı değerlenme sürecine girdi. Son olarak geçen hafta Amerikan Merkez Bankası’nın (FED’in) 600 milyar dolarlık yeni bir genişleyici para politikası kararı alması da doların ucuzlamasıyla sonuçlanabilecektir ve bu bakımdan haklı kaygılara neden olmaktadır.
Sıcak para akımlarının çevre ekonomilerinin paralarını aşırı değerlenmeye zorlamasının en olumsuz sonuçları, bu ülkelerin ithalata daha açık hale gelmeleri, sanayiden başlamak üzere üretken sektörlerinin aşınması ve işsizlik artışı olmaktadır. Üstelik Türkiye gibi yüksek dış ticaret ve cari açıklar veren ülkelerde “istihdam yaratmayan büyüme” olarak adlandırılan bu model sadece kriz sonrasında değil tüm 2000’li yıllarda geçerli olmuştur. Sıcak para, başta Türkiye olmak üzere, yurtiçi üretimin önündeki en büyük engel konumuna gelmiştir. Bu kısır döngüden çıkılması ve işsizliğin yönetilebilir bir düzeye çekilmesi gerekmektedir. Ve bunun sadece Türkiye’nin ve benzer ekonomik yapıdaki ülkelerin sorunu olmadığını, tüm gelişmiş ülkeler ve Sosyalist Enternasyonalin de ortak sorumluluk alanı içinde olduğunu düşünüyoruz. Çünkü işsizlik, sosyal güvencesiz istihdam ve yoksullaşma süreci sadece ekonomileri değil, demokrasileri de tehdit etmektedir.
Öte yandan, çevre ekonomilerinde sıcak paraya ödenen aşırı kr ve faiz transferlerinin yol açtığı “dışa kanama” da istihdamsız büyümenin yanına ek bir fatura olarak eklenmektedir.
Türkiye, büyümesini dış açıklarla finanse ettiği için, 2007 krizine kırılgan bir yapıda yakalanmıştır. Bu nedenle, krizden en çok etkilenen ülkelerin ilk sıralarında yer almıştır.
Türkiye’de son 10 yılın ekonomik politikalarının en büyük mağdurları, emekçiler, çiftçiler, emekliler, esnaf, işsizler yani geniş halk kitleleri olmuştur. Küresel ekonominin getirdiği acımasız rekabet ilişkileri, işsizliği ve yoksulluğu arttırıp kronik bir soruna dönüştürürken, buna çözüm olabilecek sosyal devleti de geriletmiş, aile birimini sarsmış, mutsuz çoğunluğun saflarını genişletmiştir. Türkiye’de sosyal harcamalar yetersiz ve keyfidir. Toplumun gereksinmelerine göre değil, iktidarın siyasi gereksinmelerine göre ayarlanmaktadır. O nedenle iktidar hukuki düzeneklere bağlı sosyal yardımlardan, aile sigortasını uygulamaktan kaçınmaktadır. İşsizlik Sigortası Fonu’nda son 10 yılda biriken 40 milyar doların sadece 2 milyar doları yani sadece yüzde 5’i işsizlere bir hak olarak aktarılmıştır. Benim partim bütün bunları düzeltmeye, sadaka tarzı yardımlardan sosyal hak kavramına geçişi sağlamaya, aile sigortasını uygulamaya, başta sağlık ve eğitim olmak üzere insani gelişme araçlarına yatırım yapmaya, kadının toplumdaki ve iş yaşamındaki durumunu desteklemeye, sendikal hakları geliştirmeye, kısacası sosyal devleti yeniden inşa etmeye taliptir.
Burada ele alınan konunun temel sorusu şudur: Kimsenin ticaret avantajını kaptırmak istemediği bir dünyada, durgunluğa (recession) ve korumacılığa dönüş riski büyümeyecek midir?
Bize göre tüm tarafların ortak çıkarları karşılıklı ödünlerden ve bir bütün olarak dünya ekonomisini büyüme rampasına yeniden sokmaktan geçiyor. Düşük ücret ve düşük sosyal haklar koşullarında rekabet avantajı elde etme anlayışlarından vazgeçmeyi gerektiriyor. Sosyal ve çevresel sorunlara daha fazla çözüm üretmeye odaklanmayı gerektiriyor. İç talebin tüm ülkelerde desteklenmesini; bunun için de geniş emekçi kesimlerin satın alma güçlerinin yükseltilmesini, gelir bölüşümünü düzeltici ve sosyal hakları geliştirici politikaların öne çıkmasını gerektiriyor. İşsizlikle, kayıt dışı istihdamla, çocuk istihdamıyla, kadın işçilere yönelik ayırımcılıkla, kölelik koşullarında işçi çalıştırma uygulamalarıyla, insan hakları ihlalleriyle kararlı bir mücadeleyi gerektiriyor. Kısacası, insana öncelik veren sol yönetimlerin işbaşına gelmesini; zaten işbaşında olanların ise ellerinin güçlenmesini gerektiriyor.
Bu nedenle, bugün burada toplanan Sosyalist Enternasyonal Konseyi tarihi bir momentumda bir araya gelmektedir. Dünyanın geleceğinin barışçı, çevreci, kalkınmacı, eşitlikçi bir iklimde gerçekleşebilmesi için hepimize tarihi sorumluluklar düşmektedir. Bu düşüncelerle, Sosyalist Enternasyonal Konseyi’nin 15-16 Kasım 2010 Paris toplantısının başarılı geçmesini diliyorum.
İlginiz için teşekkür eder, tüm katılımcıları saygıyla selamlarım.
Comments